Sıkça Sorulan Sorular

Bu bölümde bizlere sıkça sorulan soruların genel olarak kabul gören cevaplarını bulabilirsiniz. Bu cevaplar, sadece genel bilgilendirme amacı taşır ve sorunlarınız hakkında fikir verebilmeyi amaçlamaktadır. Ancak, bu bölümde yer alan cevaplar hukuki mütalaa veya tavsiye değildir.

Buradaki sorular ve cevapların her türlü telif ve yararlanma hakları büromuza aittir. Kişisel kullanım için suretleri bu siteden edinilebilir; ancak açıkça izin verilmedikçe tamamen veya kısmen iktibas edilemez, çoğaltılamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz.

Yayınlanma Tarihi: 01 Ağustos 2015

1. Yabancı Sermaye ne demektir? Yabancılar Türkiye’de Hangi Araçlarla Yatırım Yaparlar?

Yabancı sermaye; bir ülkede yerleşik kişi veya kuruluşların ülke sınırlarının dışında servet edinmeleridir. Yabancıların, Türkiye’de tahvil ve hisse senedi gibi menkul değerlere yaptığı yatırımlara “Portföy Yatırımları” adı verilir ve bunlar “dolaylı yabancı sermaye yatırımı” kapsamındadır. Yabancıların Türkiye’de doğrudan veya bir Türk ortak ile birlikte bir şirket kurmaları ya da mevcut bir şirketin hisselerini satın almaları, bina, fabrika, arazi, üretim tesisi gibi fiziki değerler iktisap etmeleri ise, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını oluşturur. Bunlara ek olarak, yabancı sermaye, kredi ve dış yardımlar şeklinde de ülke piyasasına girebilir.

17.06.2003 tarihli Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren 05.06.2003 tarih ve 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanununun (“DYKK”)  2. maddesinin (a) bendi, Türkiye’de doğrudan yabancı yatırım yapan yatırımcıyı, yabancı ülkelerin vatandaşlığına sahip olan gerçek kişiler ile yurt dışında ikamet eden Türk vatandaşları ve yabancı ülkelerin kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişiler ile uluslararası kuruluşlar şeklinde tanımlamıştır.  Aynı maddenin (b) bendine göre, doğrudan yabancı yatırım, yabancı yatırımcı tarafından,

Türkiye’de yeni şirket kurulmasını, şube açılması veya menkul kıymet borsaları dışında hisse edinimi veya menkul kıymet borsalarından en az % 10 hisse oranı ya da aynı oranda oy hakkı sağlayan edinimler yoluyla mevcut bir şirkete ortak olunmasını ifade eder. Yabancı yatırımcı yurt dışından getirdiği nakit sermaye veya devlet tahvilleri hariç, şirket menkul kıymetleri, makine ve teçhizat, sınaî ve fikrî mülkiyet hakları gibi gayri nakdi sermaye aracılığıyla veya yurt içinden sağladığı yeniden yatırımda kullanılan kâr, hâsılat, para alacağı veya malî değeri olan yatırımla ilgili diğer haklar, doğal kaynakların aranması ve çıkarılmasına ilişkin haklar gibi iktisadî kıymetler aracılığıyla şirket veya şube kurabilir veya mevcut bir şirkete ortak olabilir.

Türkiye’de yeni bir şirket kurmak yoluyla yatırım yapmak isteyen yabancı yatırımcılar daha çok anonim ortaklık ya da limited ortaklık kurmayı veya adi ortaklık şeklinde yapılanmayı tercih etmektedirler. Ancak yabancı yatırımcılar şahıs şirketi de kunabilirler. Yabancıların Türkiye’de şube veya irtibat bürosu açma imkanı da bulunmaktadır. Türkiye dışında kurulmuş bir şirketin Türkiye’de bir şube açması Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın iznine ve yine Bakanlık nezdinde tamamlanması gereken birtakım prosedürlere tabidir. İrtibat büroları ise yabancı yatırımcıların Türkiye’de bir varlık tesis etmek için kullanabilecekleri en kolay araçtır ve şirket ve şubelerinin aksine, irtibat büroları Türkiye’de herhangi bir ticari faaliyetlerde bulunamazlar. İrtibat bürolarının Türkiye’deki yatırım olanaklarına ilişkin olarak bilgi toplama, pazar araştırmaları ve fizibilite çalışmaları yapma, yazışmaları yürütme, müşteri ziyaretlerinde bulunma ve seyahat organizasyonları için rezervasyon yapma gibi faaliyetlerde bulunabilirler.

2. Yabancı yatırımın tabi olacağı kurallar nelerdir?

DYYK m.3(a)’ya göre uluslararası anlaşmalar ve özel kanun hükümleri aksini öngörmedikçe, Türkiye’de doğrudan yabancı yatırım yapılması serbesttir ve yabancı yatırımcılar yerli yatırımcılarla eşit muameleye tabi tutulurlar. Dolayısıyla, uluslararası anlaşmalar ve özel kanun hükümlerince öngörülmüş olan kısıtlamalar saklı kalmak ve kamu düzenine, genel sağlık kurallarına, kamu güvenliğine ve kamu yararına aykırı olmamak kaydıyla, yabancı yatırıma ilişkin olarak eski düzenlemede bulunan sektörel kısıtlamalar ortadan kaldırılmıştır. Ancak, bazı özel kanunlar kapsamındaki yabancı yatırımlar çeşitli kısıtlamalara tabidir. Örnek olarak, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun madde 29/1(h)’ye göre, bir özel radyo ve televizyon yayın kuruluşunda, yabancı sermayenin payı ödenmiş sermayenin %25′ini geçemez. Benzer bir kısıtlama Havaalanları Yer Hizmetleri mevzuatında da bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, 815 sayılı Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlarla Karasuları Dahilinde İcrayı Sanat ve Ticaret Hakkında Kanun, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu da, yabancı yatırımcılar için birtakım kısıtlamalar getirmektedir.

Yabancı yatırımların kamu yararı gerektirmedikçe ve karşılıkları ödenmedikçe kamulaştırılamayacağı veya devletleştirilemeyeceği de DYYK m. 3(b) hükmünde açıkça belirtilmiştir.

Bunun yanı sıra, yabancı yatırımcılar kendilerine ödenen her türlü meblağı herhangi bir engelle karşılaşmaksızın yurt dışına transfer edebilirler. DYYK m. 3(c) uyarınca yabancı yatırımcıların Türkiye’deki faaliyet ve işlemlerinden doğan net kar, temettü, satış, tasfiye ve tazminat bedelleri, lisans, yönetim vb anlaşmalar karşılığında ödenecek meblağlar ile dış kredi anapara ve faiz ödemeleri, bankalar ve özel finans kurumları aracılığıyla yurt dışına serbestçe transfer edilebilir.

Yukarıda belirtilenlerin yanı sıra, DYYK m. 3(e) uyarınca, özel hukuka tabi olan yatırım sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar ile yabancı yatırımların idare ile yaptıkları kamu hizmeti imtiyaz sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar için, mahkemeler yanında milli veya milletlerarası tahkim yoluna da gidilebilir.

3. Yabancıların Türkiye’de Gayrimenkul Edinmeleri Hangi Kurallara Tabidir? 

DYYK m.3(d) uyarınca, yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip şirketlerin, Türk vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı aynî hak edinmeleri serbesttir. Buna göre yabancı yatırımcılar Türkiye’de taşınmaz iktisap etme konusunda Türk vatandaşlarıyla eşit muameleye tabi tutulmaktadırlar. DYYK’da düzenlenen, yabancı yatırımcının Türkiye’de kurduğu veya ortak olduğu bir şirketin taşınmaz edinmesi durumudur. Yoksa yabancı gerçek veya tüzel kişilerin Türkiye’de gayrimenkul edinmesi ise, 1934 tarihli 2644 sayılı Tapu Kanunu (“Tapu Kanunu”) hükümlerine tabidir.

Tapu Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca, yabancı uyruklu gerçek kişiler, karşılıklı olmak ve kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla, Türkiye’de işyeri veya mesken olarak kullanmak üzere, uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde bu amaçlarla ayrılıp tescil edilen taşınmazları iktisap edebilirler. Yabancıların Türkiye’deki taşınmazlar üzerinde sınırlı ayni hak iktisap etmesinde de aynı koşullar aranır. Yabancı uyruklu bir gerçek kişinin ülke genelinde edinebileceği taşınmazlar ve bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı ayni hakların toplam yüzölçümü iki buçuk (2,5) hektarı geçemez.

Yabancı uyruklu gerçek kişiler, merkez ilçe ve ilçeler bazında düzenlenen uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümünün yüzde onuna (%10) kadar kısmında taşınmaz ve bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı ayni hak edinebilirler. Merkez ilçe ve ilçelerin altyapı, ekonomi, enerji, çevre, kültür, tarım ve güvenlik açısından önemlerini dikkate almak ve bu orandan fazla olmamak kaydıyla, Bakanlar Kurulu’nun farklı oranlar belirleme yetkisi vardır.

Tapu Kanununun 36. maddesine göre, yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip şirketler, ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konularını yürütmek üzere taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinebilecekleri gibi, bu şekilde edinilen taşınmazların Türkiye’de kurulu bulunan bir başka yabancı sermayeli şirkete devrinde ve yerli sermayeli bir şirketin hisse devri yoluyla yabancı sermayeli hale gelmesi durumunda da taşınmaz ile ilgili aynı esas geçerlidir. Bu şirketlerin, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununca düzenlenen askeri yasak bölgeler, güvenlik bölgeleri ve stratejik bölgelerdeki taşınmaz edinimleri, Genel Kurmay Başkanlığının, ya da yetkilendireceği komutanlıkların, özel güvenlik bölgelerindeki taşınmaz edinimleri ise, taşınmazın bulunduğu yerdeki valiliğin iznine tabidir.

Yayınlanma Tarihi: 01 Ağustos 2015

1. Türkiye’de gerçekleştirilen sigorta ve reasürans faaliyetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesinde yetkili kurum hangisidir?

T.C. Hazine Müsteşarlığı – Sigortacılık Genel Müdürlüğü, Türkiye’de gerçekleştirilen sigorta ve reasürans faaliyetlerini düzenleyip, denetlemekle görevlidir.

2. Türkiye’de sigortacılık faaliyeti ve sigorta sözleşmelerini düzenleyen mevzuat nelerden oluşmaktadır?

Hızla büyüyen sektörün uluslararası standartlara ulaşabilmesi için gerekli olan daha etkin bir denetim ve şeffaflık gibi ihtiyaçlarını karşılamak ve Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde regülasyonların yeknesaklaştırılması amacıyla 5684 sayılı Kanun ile 14 Haziran 2007 tarihli Sigortacılık Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu kanuna dayanılarak çıkarılacak olan ikincil mevzuat büyük oranda yürürlüğe girmiş olup, söz konusu mevzuatın tamamlanması için çalışmalar devam etmektedir.

Sigorta sözleşmeleri  1956 tarihli Türk Ticaret Kanunu’nun Sigorta Hukuku isimli bölümünde düzenlenmiştir. Yürürlükteki Türk Ticaret Kanunu’nu esaslı ölçüde değişikliğe uğratacak olan yeni Türk Ticaret Kanunu 13 Ocak 2011 tarihinde kabul edilmiş olup, 1 Temmuz 2012 tarihi itibarı ile yürürlüğe girecektir.

3. Bir sigorta şirketi Türkiye’de nasıl faaliyette bulunabilecektir? 

Türkiye’de faaliyet gösterecek sigorta şirketleri ile reasürans şirketlerinin anonim şirket veya kooperatif şeklinde kurulmuş olması şarttır. Anonim şirket şeklinde kurulacak olan sigorta şirketleri kuruluş ve faaliyete geçebilmek için Sigortacılık Kanunun’da öngörülmüş olan bir takım özel gereklilikler dışında, Türk Ticaret Kanunu’nda belirlenen şekil ve usullere tabidir. Sigorta ve reasürans şirketleri, sigortacılık işlemleri ve bunlarla doğrudan bağlantısı bulunan işler dışında başka işle iştigal edemezler.

4. Sigorta şirketlerinin faaliyete başlamadan önce ruhsat almak yönünde bir zorunlulukları var mıdır?

Sigorta şirketleri ve reasürans şirketleri, faaliyete geçebilmek için, faaliyet gösterecekleri her bir sigorta branşında Müsteşarlıktan ruhsat almak zorundadır. Sigorta şirketleri hayat veya hayat dışı sigorta gruplarından sadece birinde faaliyet gösterebilir.

5. Türkiye’de faaliyet gösterecek sigorta şirketleri için asgari ödenmiş sermaye yükümlüğü var mıdır?

Kuruluş işlemlerini tamamlayan ve ruhsat talebinde bulunan sigorta şirketleri ile reasürans şirketleri, ödenmiş sermayelerini, ruhsat talep edilen sigorta branşları için öngörülen sermaye tutarları ile verilmek istenen teminatlara bağlı olarak, beş milyon Türk lirasından az olmamak kaydıyla, Müsteşarlıkça belirlenecek miktara yükseltmek zorundadır.

6. Yabancı sigorta şirketleri Türkiye’de faaliyette bulunabilir mi?

Yabancı sigorta şirketleri Türkiye’de yeni bir şirket kurmak – ki bu durumda kurulan şirket yabancı sermeye ile kurulmuş bir Türk şirketi olacaktır – , Türkiye’de kurulu bir şirkete ortak olmak ya da Türkiye’de şube açmak suretiyle faaliyet gösterebilirler. İrtibat bürosunun aksine, şubeler ticari faaliyette bulunabilirler. Şube açılışında Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü izin vermeye yetkilidir. Şube açacak şirketlerin Türkiye’ye ayrılan ödenmiş sermayelerinin Türkiye’de kurulu sigorta şirketleri ve reasürans şirketleri için belirlenen tutardan az olmaması ve faaliyette bulundukları ülkelerde sigortacılık yapmaktan yasaklanmamış olmaları şarttır.

7. Türkiye’de yerleşik kişiler, Türkiye’de sigortalanabilir faaliyetlerini yurtdışında sigorta ettirebilirler mi?

Türkiye’de yerleşik kişiler, Türkiye’deki sigortalanabilir menfaatlerini, Türkiye’de faaliyette bulunan sigorta şirketlerine ve Türkiye’de yaptırmak zorundadır. Sigortacılık Kanunu’nda yurtdışında yaptırılabilecek sigortalar aşağıdaki şekilde belirtilmiş olup, Bakanlar Kurulu yurt dışında yaptırılabilecek sigortaların kapsamını genişletmeye yetkilidir :

  • İhracat ve ithalat konusu mallar için nakliyat sigortası,
  • Uçak, gemi, helikopter için dış kredi ile satın alındıklarında, münhasıran dış kredi miktarı ile sınırlı olarak ve dış borç ödeninceye kadar; yurt dışından finansal kiralama yolu ile getirilmelerinde ise finansal kiralama sözleşmesi süresi ile sınırlı olarak yaptırılacak tekne sigortaları,
  • Gemilerin işletilmesine ilişkin sorumluluk sigortası,
  • Hayat sigortaları,
  • Kişilerin Türkiye haricinde bulunacakları süre için bu süre ile sınırlı olmak kaydıyla veya geçici olarak yurt dışında kaldıkları sırada yaptırabilecekleri ferdî kaza, hastalık, sağlık ve motorlu taşıt sigortaları.

8. Sigorta sözleşmesi nasıl kurulur?

Sigorta sözleşmesinin kurulması ve geçerliliği resmi şekil şartına bağlı olmayıp, Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olan sözleşmenin kurulmasına ilişkin genel hükümlere tabidir. Sigorta sözleşmesi, bu doğrultuda, tarafların birbirine uygun irade beyanları ile kurulur. Ancak değeri 590  TL’yi aşan her türlü hukuki işlemler ve bu kapsamda sözleşmeler, sözleşmenin kapsamı ve geçerliğinin ispatı bakımından senetle ispat kuralına tabidir.

Türk Ticaret Kanunun ilgili hükümleri uyarınca sigortacı, sigorta ettirene, tarafların karşılıklı hak ve borçlarını gösteren ve sigortacı tarafından imza edilen bir sigorta poliçesi ile ekinde Müsteşarlık’ça onaylanmış genel şartları vermek mecburiyetindedir. Sigorta poliçesi, sözleşmesinin kurulması için bir geçerlilik şartı olmamakla birlikte, sözleşmenin akdedilmiş olduğu ve kapsamını ispata yarayan bir belgedir.

9. Sigorta sözleşmesinin muhtevası nasıl belirlenir?

Sigorta sözleşmelerine, prensipte, sözleşme özgürlüğü ilkesi hakimdir. Taraflar, Türk Ticaret Kanunu’nun tam ve kısmi emredici hükümlerine aykırı olmamak şartıyla özel şartlar belirlemekte serbesttirler. Ancak, özel şartlar, Müsteşarlıkça onaylanan ve emredici ve yarı emredici kuralları yansıtan genel şartlara aykırı olarak düzenlenemez.

10. Taraflar, sigorta uyuşmazlığının çözümü için bir başka ülkenin mahkemesini yetkilendirebilirler mi?

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun ile sigorta sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıkların Türkiye’de hangi yetkili mahkemelerde çözüme kavuşturulacağı belirlenmiş olup, bu mahkemelerin yetkisinin tarafların anlaşması ile bertaraf edilemeyeceği açıkça aynı Kanunda düzenlenmiştir. Kanunun 46. Maddesi uyarınca sigorta sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda, sigortacının esas işyeri veya sigorta sözleşmesini yapan şubesinin ya da acentesinin Türkiye’de bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Ancak sigorta ettirene, sigortalıya veya lehdara karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme, onların Türkiye’deki yerleşim yeri veya mutad meskeni mahkemesidir.

11. Sigorta sözleşmesinin tarafları sözleşmeden doğacak olan ihtilafların çözümünde yabancı hukukun uygulanacağı konusunda anlaşma yapabilirler mi?

Sigorta sözleşmesi tarafları aralarında çıkacak olan uyuşmazlıklarda yabancı bir hukukun uygulanacağı konusunda anlaşma yapabilirler.  Tarafların yabancı hukuku yetkili kılmaları için sözleşmenin yabancılık unsuru içermesi koşulu bulunmamaktadır.

12. Sigorta sözleşmelerinden kaynaklanacak ihtilaflarda tahkim yoluna gidilmesi mümkün müdür?

Sigorta sözleşmesinin tarafları sözleşmeden doğan uyuşmazlıkların kurumsal tahkim ya da ad hoc tahkim yolu ile çözülmesi konusunda anlaşma yapabilirler.

Taraflar, sigorta poliçesi kapsamında meydana gelen hasarın seçilecek olan hakem bilirkişi tarafından tespit edileceği ve tespitin tarafları bağlayacağı konusunda anlaşabilirler. Hakem bilirkişilerin raporu mahkemede açılan davada hakimin hükmüne esas teşkil eder, yani bir diğer ifade ile mahkeme hakem bilirkişi raporu ile bağlıdır.

Sigortacılıkta tahkim uygulamasını artırmak amacıyla Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği nezdinde 2007 yılında Sigorta Tahkim Komisyonu oluşturulmuştur.

13. Sigorta şirketlerine rekabet hukuku uygulanmakta mıdır?

4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun, sigortacılık sektörüne de uygulanmaktadır. Avrupa Birliği’nin 27 Şubat 2003 tarih ve 358/20031 sayılı Tüzüğü’ne paralel olarak çıkarılan Sigorta Sektörüne İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği 1 Şubat 2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Yayınlanma Tarihi: 29 Nisan 2019

1. Türk mahkemesinde dava açan veya icra takibinde bulunan yabancıların teminat gösterme yükümlülüğü var mıdır? 

Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun uyarınca, Türk mahkemeleri nezdinde dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı gerçek veya tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleri ile karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı gösterme yükümlülüğü altındadır.

Ancak, mahkemenin davacıyı, davaya katılanı veya icra takibi başlatanı, uyruğu olduğu ülke ile Türkiye arasında karşılıklılık esasına göre teminattan muaf tutması mümkündür.

Türkiye ile karşılıklılık esasına göre teminat göstermekten muaf tutulan devletlerin listesine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz : http://www.uhdigm.adalet.gov.tr/yedek/b2-sozlesmeler/sozlesmeler/03-laheysozlesmeleri/laheytaraflar.xls

2. Yabancı mahkeme kararlarının Türkiye’de tenfizi ve tanınması gerekli midir?

Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan kararların Türkiye’de icra olunabilmesi ancak yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesi halinde mümkündür. Bu sebeple, yabancı bir ülke mahkemesi tarafından verilen kararların Türkiye’de icra edilmek istenmesi halinde tenfiz kararı alınması gereklidir.

Tenfizin şartları Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanun’da düzenlenmiştir. Söz konusu kanunun düzenlemesine göre yetkili mahkemece tenfiz kararı verilebilmesi için;

  • Türkiye Cumhuriyeti ile yabancı ilamın verildiği devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma veya o devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilamların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün ya da fiili uygulamanın bulunması;
  • Hükmün, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilamın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı halde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması;
  • Hükmün Türk kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması,
  • O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş veya bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında ya da yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması, gerekmektedir.

Tenfiz için gerekli olan ve yukarıda belirtilen koşullardan sadece Türkiye Cumhuriyeti ile yabancı ilamın verildiği devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilamların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiili uygulamanın bulunmasına ilişkin koşul dışındaki tüm şartlar yabancı mahkeme kararlarının tanınması için de geçerlidir.

Türkiye ile arasında karşılıklılık bulunan ülkelerin listesine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:  http://www.uhdigm.adalet.gov.tr/ts.htm

3. Yabancı hakem kararlarının Türkiye’de tanınması ve tenfizi gerekli midir?   

Kesinleşmiş ve icra kabiliyeti kazanmış veya taraflar için bağlayıcı olan yabancı hakem kararları Türkiye’de tenfiz edilebilir. Yabancı hakem kararlarının Türkiye’de icra edilmesi, ancak söz konusu hakem kararına ilişkin Türkiye’de tenfiz kararı alınması ile mümkündür.

Yabancı hakem kararlarının Türkiye’de tenfiz edilmesi şartları aşağıdaki gibidir:

  • Geçerli bir tahkim anlaşmasının bulunması;
  • Hakem kararının kesinleşmesi ve icra kabiliyeti kazanması veya taraflar için bağlayıcı olması (iptal edilmemiş olması  veya icranın geri bırakılmamış olması);
  • Uyuşmazlığın tahkime elverişli bulunması;
  • Aleyhine karar verilen tarafın hakem tayininden veya tahkim yargılamasından haberdar edilmesi;
  • Hakem kararının kamu düzenine aykırı olmaması.

Yabancı hakem kararlarının tanınması da, aynen tenfizine ilişkin hükümlere tabidir.

4. Alacak tahsiline ilişkin genel takip ve dava yolu nedir?

Türk Hukuku uyarınca para ve teminat alacakları için, alacaklının alacağının tahsili yönünde doğrudan icra müdürlüğüne başvurup alacağını ilamsız icra yolu ile takibi mümkündür. İcra ve İflas Kanunu’nun düzenlemesine göre, para ve teminat alacakları yönünden, ilamsız icra takibi yapabilmesi için alacaklının elinde bir ilam bulunmasına gerek olmadığı gibi, herhangi bir senede sahip olması da gerekmemektedir. Ancak alacaklı tarafından başlatılan ilamsız icra takibine karşı borçlunun süresi içerisinde itiraz etmesi halinde icra takibi durur.

İtiraz üzerine duran takibi harekete geçirmek ise alacaklıya düşer. Alacaklı, elindeki belgenin niteliğine göre yasada belirtilen süreler içerisinde ya icra mahkemesinde açacağı itirazın kaldırılması, ya da genel mahkemelerde açacağı itirazın iptali davası ile borçlunun itirazının kaldırılmasını/iptalini sağlayarak takibe devam edebilir. Söz konusu davalarda, mahkemelerce alacaklının alacağının varlığına kanaat getirilirse borçlunun itirazının kaldırılmasına/iptaline ve takibin devamına karar verilecektir. Ayrıca,  koşullarının mevcut olması halinde borçlu aleyhine alacağın % 20’ı oranında icra inkâr tazminatına hükmedilmesi de mümkündür.

5. Dava açmadan önce arabuluculuğa başvurmak zorunlu mudur?

Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun kapsamında ticari alacak davalarında arabulucuya başvurma şartı getirilmiş ve bu amaçla Türk Ticaret Kanunu ve Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun bazı hükümlerinde değişiklik yapılmıştır.

Bu doğrultuda; 01/01/2019 tarihi itibariyle Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilen davalardan konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması zorunluluğu getirilmiştir. Bu halde bahsi geçen uyuşmazlık hallerinde dava açmadan önce arabulucuya başvurulmuş olunması dava şartı olarak düzenlenmiştir. 

6. Türkiye’de yargılama harca tabi midir?

Türkiye’de yargılama hizmeti harca tabi olup, yargılama harçlarının türleri tutarları ve oranları Harçlar Kanunu ile düzenlenmiştir. Yargılama harçları genel anlamda başvurma harcı ile karar ve ilam harcı olmak üzeri ikiye ayrılmaktadır.

Başvurma harcı, dava açarken başvuru sahibinden peşin olarak alınan maktu bir harçtır. Karar ve ilam harcı ise, başvurunun niteliğine göre maktu ve nispi olarak alınan bir harçtır. Konusu parayla değerlendirilemeyen dava ve işler maktu karar ve ilam harcına, konusu parayla değerlendirilebilen veya para olan davalar ise değeri üzerinden nispi karar ve ilam harcına tabidir.

Maktu harçlar, ilişkin olduğu işlemin yapılmasından önce ve peşin olarak alınır. Nispi karar ve ilam harcının dörtte biri peşin olarak, kalan dörtte üçü ise kararın verilmesinden sonra alınır. Davanın reddine karar verilmesi halinde ise, dava nispi karar ve ilam harcına tabi bir dava dahi olsa maktu karar ve ilam harcı ödenir. Peşin alınan nispi karar ve ilam harcından artan kısım varsa iade edilir. Mevcut yasal düzenlemeye göre nispi harç oranı değerin binde 68,31’idir. Harç ve oranlarına ilişkin daha detaylı bilgilere, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/12/20161227-13.htm adresinden ulaşabilirsiniz.

7. İhtiyati tedbir talebinin şartları nelerdir?

Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme nedeniyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir. Ancak davanın esasını çözer şekilde ihtiyati tedbir kararı verilemez.

Tedbir talep eden, tedbir sebebini ve türünü tedbir dilekçesinde açıkça belirtmek zorundadır. Tedbir talebinde yaklaşık ispat yeterlidir. Talep edenin haklarının derhal korunmasında zorunluluk bulunması hallerinde, karşı tarafı dinlemeden de ihtiyati tedbir kararı verebilir. İhtiyati tedbir kararında talepte bulunanın, ne tutarda ve ne türde bir teminat göstereceği yazılır. Teminatın tutarına ilişkin yasal bir düzenleme bulunmamakla birlikte uygulamada tedbir kararı, davanın özelliğine göre genelde dava değerinin %15’i oranında nakit para veya banka teminat mektubu karşılığında verilir.

İhtiyati tedbir talebi dava açılmadan önce yapılıyorsa, uyuşmazlığın esasını çözmede yetkili ve görevli mahkemeye; dava açıldıktan sonra talep ediyorsa, davanın görülmekte olduğu mahkemeye yapılır.

8. Tahkim anlaşmalarının düzenlenmesinde zorunlu ve ihtiyari olan hususlar nelerdir?

Milletler Arası Tahkim Kanunu uyarınca tahkim anlaşması, tarafların, sözleşmeden kaynaklansın veya kaynaklanmasın aralarında mevcut bir hukukî ilişkiden doğmuş veya doğabilecek uyuşmazlıkların tümünün veya bazılarının tahkim yoluyla çözülmesi konusunda yaptıkları anlaşmadır. Geçerlilik şartı olarak, taraflarca yapılacak tahkim anlaşması ya da şartının yazılı şekilde yapılması, açık olması ve taraf iradesini anlaşılır bir biçimde yansıtması gerekmektedir.

Öte yandan ihtiyari olmakla birlikte, hakem sayısı ve nasıl belirleneceği, tahkim dili ve yeri, uygulanacak kurallar gibi konuların da taraflarca kararlaştırılması olası bir uyuşmazlıkta faydalı olabilecektir.

9. Türk hukukunda tahkimde temsil için genel yetki yeterli midir?

Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca vekilin tahkim ve hakem sözleşmesi yapması özel olarak yetkilendirilmesi gereken işlemlerdendir. Dolayısıyla genel bir yetki verilmesi halinde açıkça yetkilendirilmediği sürece asil adına vekil tahkim anlaşması imzalamak dâhil bu konuda işlem yapamaz.

Diğer yandan tüzel kişi adına işlem yapmaya yetkili organları oluşturan kimseler aynı yetkiyi kullanırken temsilci olarak değil tüzel kişi adına asil sıfatıyla işlem yaptıklarından bu özel yetki aranmaz.

10. Milletler Arası Tahkim Kanunu uyarınca tahkim kararına karşı iptal davası açma süresi ve sebepleri nelerdir?

Milletler Arası Tahkim Kanunu uyarınca, iptal davası, otuz gün içinde açılabilir. Bu süre, hakem kararının veya düzeltme, yorum ya da tamamlama kararının taraflara bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. İptal davasının açılması, kendiliğinden hakem kararının icrasını durdurur.

Mahkeme, hakem kararını sadece Milletler Arası Tahkim Kanunu’nda sayılan aşağıdaki iptal sebepleri ile sınırlı olarak inceleyebilir:

  • Tahkim anlaşmasının taraflarından birinin ehliyetsiz ya da tahkim anlaşmasının, tarafların anlaşmayı tâbi kıldıkları hukuka veya böyle bir hukuk seçimi yoksa Türk hukukuna göre geçersiz olması.
  • Hakem veya hakem kurulunun seçiminde, tarafların anlaşmasında belirlenen veya bu Kanunda öngörülen usule uyulmaması
  • Kararın, tahkim süresi içinde verilmemesi
  • Hakem veya hakem kurulunun, hukuka aykırı olarak yetkili veya yetkisiz olduğuna karar vermesi
  • Hakem veya hakem kurulunun, tahkim anlaşması dışında kalan bir konuda karar vermesi veya istemin tamamı hakkında karar vermemesi ya da yetkisini aşması
  • Tahkim yargılamasının, usul açısından tarafların anlaşmalarına veya bu yönde bir anlaşma bulunmaması halinde, bu Kanun hükümlerine uygun olarak yürütülmemesi ve bu durumun kararın esasına etkili olması
  • Tarafların eşitliği ilkesinin gözetilmemesi
  • Hakem veya hakem kurulu kararına konu uyuşmazlığın Türk hukukuna göre tahkime elverişli olmaması
  • Kararın kamu düzenine aykırı olması

İptal davası yetkili asliye hukuk mahkemesinde açılır. Mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde, davalının yerleşim yeri veya olağan oturma yeri ya da işyerinin bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesi; davalının Türkiye’de yerleşim yeri, olağan oturma yeri veya işyeri yoksa İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi görevli ve yetkilidir.

11. İdari yargıda dava açma süresi nedir?

İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde ise otuz gündür.

Bu süreler; idari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı, vergi uyuşmazlıklarında: tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği tarihi izleyen günden başlar.

İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.

Yayınlanma Tarihi: 29 Nisan 2019

1. İş sözleşmesi yazılı olmak zorunda mıdır?

Kural olarak iş sözleşmesi kanunda aksi belirtilmedikçe herhangi bir şekle tabi değildir. Ancak süresi bir yıl veya daha fazla olan belirli süreli iş sözleşmelerinin yazılı yapılması gerekmektedir. Sözleşmenin yazılı olarak yapılmadığı hallerde işveren, iş ilişkisinin başlangıcından itibaren en çok iki ay içerisinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, , süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih halinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye vermekle yükümlüdür.

2. Haftalık çalışma süresi ne kadardır?

Haftalık çalışma süresi en çok 45 saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit olarak bölünür.

3. Fazla mesai ücreti nasıl hesaplanır?

Fazla çalışma haftalık 45 saati aşan çalışmalardır. Her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret, normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının %50 yükseltilmesi suretiyle ödenir.

İş sözleşmesinde haftalık çalışma süresi 45 saatin altında belirlenen çalışanların ise, 45 saate kadar olan çalışmalarında her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının %25 yükseltilmesiyle ödenir.

4. Ara dinlenmesi süresi en az ne kadar olmalıdır?

Ara dinlenme süreleri toplam çalışma saatine paralel olarak düzenlenmiştir.

Günlük Çalışma Süresi Asgari Ara Dinlenme Süresi
4 saat veya daha kısa 15 dakika
4 saatten uzun 7,5 saatten kısa 30 dakika
7,5 saatten uzun 1 saat

Bu sürelerin iş sözleşmesi ile işveren tarafından artırılabilmesi mümkündür.

5. Yıllık izin süresi ne kadardır?

İş sözleşmesinde aksi kararlaştırılmamışsa işçinin yıllık ücretli izine hak kazanabilmesi için işyerinde ya da aynı işverenin değişik işyerlerinde en az 1 yıl çalışmış olması gerekir.

Hizmet Süresi Yıllık Ücretli İzin Süresi
1 yıldan 5 yıla kadar (5 yıl dâhil) 14 gün
5 yıldan 15 yıla kadar 20 gün
15 yıl ve daha uzun 26 gün

18 ve daha küçük yaştaki işçiler ile 50 ve daha yukarı yaştaki işçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi 20 günden az olamaz.

6. İşçilik alacaklarında zamanaşımı ne kadardır?

Kural olarak işçi alacakları 5 yıllık zamanaşımına tabidir.

7. İş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarda hangi mahkemeler görevlidir istinaf ve temyiz süreci var mıdır?

İş ve sosyal güvenlik hukuku ile ilgili sorunlar iş mahkemeleri tarafından çözümlenir. Ancak dava açılacak yerde ayrı bir iş mahkemesi yoksa Asliye Hukuk Mahkemesi İş Mahkemesi sıfatıyla uyuşmazlıkları çözüme kavuşturur.

İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. İş mahkemeleri tarafından verilen kararlar, kararın mahkeme tarafından taraflara tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Bölge Adliye Mahkemeleri nezdinde istinaf incelemesine konu edilebilir.

Ancak miktar veya değeri 4.400 TL’yi geçmeyen nihai kararlar verilmesiyle kesinleşir ve bu kararlar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurulamaz. Diğer yandan, işe iade davası gibi para ile değerlendirilemeyen şahıs varlığını konu alan dava ve işler hakkında verilen nihai kararlara karşı ise herhangi bir sınırlama olmaksızın istinaf yoluna başvurulması mümkündür.

Bölge Adliye Mahkemelerinin para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri 58.800 TL’yi geçen davalar hakkındaki nihaî kararlara karşı tebliğ tarihinden başlayarak 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz yoluna başvurulabilir. Ancak, mahkeme tarafından işe iade davası ile ilgili verilen kararlar temyiz edilememekte olup, İş Mahkemelerinin kararı neticesinde, taraflar yalnızca Bölge Adliye Mahkemelerine başvurabilir.

8. İş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarda dava açmadan önce arabuluculuğa başvurmak zorunlu mudur?

İş Mahkemeleri Kanunu’nda dava şartı olarak düzenlenen arabuluculuğa başvurma zorunluluğu, 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş olup işe iade, işçi alacak davaları bakımından arabuluculuğa başvurma taraflar bakımından zorunlu hale gelmiştir.

Ancak bu dava şartı, iş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan maddi veya manevi tazminat davaları ve bunlarla ilgili rücu davalarında ise uygulanmayacaktır.

9. İş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözülmesi mümkün müdür?

Kural olarak mümkün değildir. Ancak iş sözleşmesinin feshinden sonra tarafların mutabık kalması halinde sadece işe iade davasına ilişkin uyuşmazlıkların özel hakeme götürülmesi mümkündür.

10. İş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulanacak hukuk seçimi yapılabilir mi?

İş sözleşmelerine uygulanacak hukuku düzenleyen Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun uyarınca iş sözleşmeleri, işçinin mutad işyeri hukukunun emredici hükümleri uyarınca sahip olacağı asgari koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri hukuka tabidir. Dolayısıyla yabancılık unsuru olması halinde taraflar uygulanacak hukuku seçebilecektir.

11. Fesih bildirimi nasıl olmalıdır?

Fesih bildiriminin açık olması, fesih sebebini içermesi ve yazılı olması gerekmektedir. Fesih bildiriminin yazılı şekilde yapılması ve fesih sebebinin açık ve kesin şekilde belirtilmesi bir geçerlilik koşuludur. Ancak iş güvencesi kapsamı dışında kalan işçilerin iş sözleşmelerinin feshinde geçerli nedene dayanılmasına gerek bulunmamaktadır.

12. Fesihten önce çalışanın savunması alınmalı mıdır?

İş güvencesi kapsamında olan bir işçinin iş sözleşmesi, davranışı veya verimi ile ilgili bir nedenden feshediliyorsa fesihten önce yazılı olarak savunması alınmalıdır.

Yayınlanma Tarihi: 01 Eylül 2017

1. Türkiye’de yolsuzlukla mücadeleye ilişkin uluslararası yasal çerçeve nedir?

Türkiye, yolsuzlukla mücadeleye ilişkin birçok anlaşmanın taraf devletidir. Bu anlaşmalardan en önemlileri:

  1. Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi
  2. Birleşmiş Milletler Sınıraşan Örgütlü Suçlarla Mücadele Sözleşmesi
  3. OECD Uluslararası Ticari İşlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Verilen Rüşvetin Önlenmesi Sözleşmesi
  4. Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi
  5. Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi
  6. Suç Gelirlerinin Aklanması, Aranması, Zapt Edilmesi, Müsaderesi ve Terörizmin Finansmanına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesidir.

Bunların yanı sıra Türkiye, 1991 yılından beri Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu’nun (FATF);  2004 yılından beri de Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu’nun (GRECO) üyesi bulunmaktadır. GRECO’nun önerileri doğrultusunda Türk Hükümeti,  Temmuz 2014’te Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesine Ek Protokol’ü kanun ile onaylamış ve böylece sözleşme içeriği hakem ve jürileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir.

Türkiye, uluslararası bir kuruluş olan Uluslararası Yolsuzlukla Mücadele Akademisi Kurucu Anlaşması’na da üyedir.

2. Türkiye’de yolsuzlukla mücadeleye ilişkin ulusal yasal çerçeve nedir?

2012 yılında yapılan değişiklikler ile yürürlükteki halini almış olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (‘TCK’), Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvetle mücadele konusundaki temel mevzuat olmaktadır. Bu temel kanunu başta 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun ve 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu olmak üzere çeşitli yasalar ve yönetmeliklerle tamamlamaktadır.

TCK, yolsuzluğun;  rüşvet, dolandırıcılık, zimmete para geçirme, görevi kötüye kullanma gibi farklı şekillerini düzenlemektedir. Kanunda yer verilen rüşvet tanımı geniş ve güncel uygulama ile paraleldir. Hüküm, klasik anlamda kamu görevlisi tanımını, kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuşşirketler, kamu yararına çalışan dernekler ve halka açık anonim şirketler adına hareket eden kişileri de kapsayacak şekilde genişletmektedir. Rüşvet alınması-verilmesi fiillerinin aracı kullanarak gerçekleştirilmesi de kanun tarafından açıkça yasaklanmıştır. Uluslararası bir işin yürütülmesi sırasında yabancı kamu görevlisine rüşvet verilmesi de rüşvet suçuna yol açabilmektedir.

Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun, şüpheli finansal işlemlerin Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından incelendiği bir sistem getirmektedir. Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu, yolsuzluk faaliyetlerinin önlenmesi adına kamu görevlileri için zorunlu önlemler öngörmektedir.

3. Rüşvet suçunun tanımı ve kapsamı nedir?

Rüşvet suçu ile unsurları TCK’nın 2012 yılı değişiklikleriyle güncel halini almış olan  252. maddesinde tanımlanmıştır. Türk Hukuku’na göre “görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceğibir başka kişiye menfaat sağlamak” rüşvet suçunu oluşturmaktadır.

Rüşvet suçu, iki taraflı bir suç olarak kabul edilmektedir ve rüşvet suçunun işlenmesi için rüşvet veren ile kamu görevlisi arasında bir anlaşmaya varılmış olması yeterlidir.

4. Türk Hukuku’nda kamu görevlisi ne şekilde tanımlanmıştır?

TCK m.6/1(c)’de kamu görevlisi, ‘kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi’ olarak tanımlanmıştır.

TCK m.252/8, aşağıda sayılan kişileri de rüşvet suçu kapsamında kamu görevlisi olarak kabul ederek özel rüşveti düzenlemekte, böylelikle kamu görevlisi tanımının kapsamını genişletmektedir:

a)     Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları,

b)    Kamu kurum veya kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuşşirketler,

c)     Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuşşirketler,

d)    Kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının bünyesinde faaliyet icra eden vakıflar,

e)     Kamu yararına çalışan dernekler,

f)     Kooperatifler,

g)     Halka açık anonim şirketler,

Yukarıda bahsedilenler dâhilinde, bir avukat müvekkili adına, halka açık bir şirketin CEO’suna görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için menfaat sağlarsa o avukatın rüşvet suçu işlediği kabul edilebilecektir.

5. Uluslararası rüşvet bir suç mudur? Yabancı şirketler, uluslararası rüşvet suçu nedeniyle Türkiye’de yargılanabilir mi?

Uluslararasırüşvet, Türk Hukuku hükümlerince suç kabul edilmektedir. TCK’da 2012 yılının Temmuz ayında yapılan değişiklikler ile ise yabancı kamu görevlilerine verilen rüşvete ilişkin ceza hükmü değiştirilmiş ve yabancı kamu görevlisi tanımının kapsamı genişletilmiştir.  Madde 252/9 uyarınca,:

  1. yabancı bir devlette seçilmiş veya atanmış olan kamu görevlilerine;
  2. uluslararası veya uluslarüstü mahkemelerde ya da yabancı devlet mahkemelerinde görev yapan hâkimlere, jüri üyelerine veya diğer görevlilere;
  3. uluslararası veya uluslarüstü parlamento üyelerine;
  4. kamu kurumu ya da kamu işletmeleri de dahil olmak üzere, yabancı bir ülke için kamusal bir faaliyet yürüten kişilere;
  5. Bir hukuki uyuşmazlığın çözümü amacıyla başvurulan tahkim usulü çerçevesinde görevlendirilen vatandaş veya yabancı hakemlere,
  6. Uluslararası bir anlaşmaya dayalı olarak kurulan uluslararası veya uluslarüstüörgütlerin görevlilerine veya temsilcilerine

görevlerinin ifasıyla ilgili bir işin yapılması veya yapılmaması ya da uluslararası ticari işlemler nedeniyle bir işin veya haksız bir yararın elde edilmesi yahut muhafazası amacıyla; doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, menfaat temin, teklif veya vaat edilmesi uluslararası rüşvet kapsamında değerlendirilmektedir.

Ek olarak, TCK m. 252/10 uyarınca Türkiye’nin, Türkiye’deki bir kamu kurumunun, Türk kanunlarına göre kurulmuş bir özel hukuk tüzel kişisinin veya bir Türk vatandaşının tarafı olduğu bir uyuşmazlık konusunda bir yabancı tarafından; yurt dışında bulunan yabancı görevlilere rüşvet veren kişiler hakkında, Türkiye’de bulundukları takdirde, resen soruşturma ve kovuşturma yapılır.

Bu hükmün sınır ötesi (extraterritorial) uygulanabilirliği uyarınca, bir yabancının, i. Türkiye’nin, ii. Türkiye’deki bir kamu kurumunun, iii. Türk kanunlarına göre kurulmuş bir özel hukuk tüzel kişisinin, iv.  Türk vatandaşının tarafı olduğu bir uyuşmazlık ya da bu kurum veya kişilerle ilgili bir işlemi ilgilendiren bir konuda yabancı bir kamu görevlisine rüşvet vermesi halinde, bu fiilTürkiye dışında gerçekleşmiş dahi olsa,  Türkiye’de resen soruşturma ve konuşturmaya konu olabilir.

6. Kamu görevlilerine sağlanan hediye, seyahat ve eğlence harcamaları rüşvet suçuna sebebiyet verebilir mi? 

TCK, rüşvet suçu için hediye, seyahat ve eğlence harcamaları kapsamında bir istisna öngörmemektedir. Bu nedenle, bu harcamalar, suçun şartlarının gerçekleşmesi halinde,  rüşvet suçunun oluşmasına sebep olabilecektir.

Bunun yanı sıra, kamu görevlileri, Devlet Memurları Hakkında Kanuna tabi tutulmaktadırlar. Bu kanunun 28. maddesine göre, kamu görevlileri (memurlar) ticari faaliyette bulunamazlar. Madde 29 hükmüne göre ise, görevlerini ilgilendiren işler kapsamında hediye kabul edemez veya herhangi bir yarar sağlayamazlar.  Kamu görevlilerin kabul edebileceği ve edemeyeceği eşyalar/hediyeler Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri İle Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’in 15.maddesi kapsamında bir liste halinde belirtilmektedir.

7. Kolaylaştırma ödemeleri (facilitating payments)  rüşvet suçuna sebebiyet verebilir mi?

TCK, rüşvet suçu için hızlandırma ödemeleri kapsamında bir istisna öngörmemektedir. Bu nedenle, hızlandırma ödemeleri,  suçun şartlarının gerçekleşmesi halinde,  rüşvet suçunun oluşmasına sebep olabilecektir.

8. TCK’nın yolsuzluk suçun için öngördüğü cezalar nelerdir? Şirketlerin cezai sorumluluğu doğabilir mi? 

Rüşvet suçu işleyen kişi, aracılar da dâhil olmak üzere, dört yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kamu görevlisi de aynı cezaya tabi tutulur.

Rüşvet alan veya rüşvet talebinde bulunan ya da bunun için anlaşan kişinin; yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter veya yeminli mali müşavir olması halinde, verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

Türk hukukunda yer alan “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi, TCK m.20 altında, “tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamayacağı” düzenlemesi ile vücut bulmaktadır. Ancak, bu suça ilişkin olarak özel hukuk tüzel kişilerine güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar uygulanabilmektedir.  Şirketlere uygulanabilecek TCK m.60 altında sayılan güvenlik tedbirleri yasal izinlerin iptali ve suç gelirlerine el koyulmasını kapsamaktadır. Şirket, Kamu İhale Kanunu’nun rüşvet suçuna ilişkin düzenlemeleri kapsamında, ihalelere/kamu alımlarına katılımdan men edilebilir.Şirket, Kabahatler Kanunu madde 43/A uyarınca ise 2 milyon Türk Lirası’na kadar para cezasına mahkum edilebilir.

9. Yolsuzlukla mücadele konusunda yetkili makamlar hangileridir? Yolsuzluk alanında uzman bir yetkili kurum mevcut mudur?

Yolsuzlukla alakalı suçların soruşturulmasında yetkili makamlar, savcılık ve ceza mahkemeleridir. Türkiye’de sadece yolsuzluğun araştırılması ve soruşturulması görevlerine adanmış resmi bir devlet kurumu mevcut olmamakla birlikte Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) yolsuzluk soruşturmaları kapsamında özel bir yetki ile donatılmıştır. MASAK, veri toplama, ilgili kuruluşlardan belge talep etme ve en önemlisi soruşturma dosyalarını yetkili savcılığa sevk etme konusunda yetkilendirilmiş düzenleyici bir kuruluştur.

10. Rüşvet veren şüpheli tarafın, yetkili makam ile yargılama dışı anlaşma yapması mümkün müdür?

Türk Hukuku, yargılama dışı anlaşmasistemini benimsememektedir. Bu nedenle, bir uluslararası rüşvet iddiasının, yargılama süreci dışında, yetkili devlet otoriteleri ile yapılacak bir anlaşma ile çözüme kavuşturulması Türk hukukunda buna imkan veren özel bir hüküm bulunmaması sebebiyle mümkün değildir.

11. Gönüllü açıklama yükümlülüğü var mıdır?

TCK, bir suçtan haberi olan kişiye bu suçu yetkili makamlara bildirme yükümlülüğü getirmektedir.

TCK m. 278 ile getirilen bu yükümlülük nedeniyle, suçu işleyen kişi kendi olmasa bile suçtan haberi olan bir çalışan, suçu bildirmeme nedeniyle sorumlu tutulabilir. İlgili hüküm, işlenmekte olan veya işlenmiş olmakla birlikte, sebebiyet verdiği neticelerin sınırlandırılması halen mümkün bulunan bir suçtan haberi olduğu halde yetkili makamlara bildirmeyen kişi için bir yıla kadar hapis cezası öngörmektedir.

Yayınlanma Tarihi: 01 Eylül 2017

1. Hangi Birleşme ve Devralma İşlemlerinin Rekabet Kurulu’na bildirilmesi zorunludur?  

1 Ocak 2011’de yürürlüğe giren Rekabet Kurulundan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ (2010/4 No’lu Tebliğ)’de hangi tür birleşme ve devralmaların Rekabet Kurulu’na bildirilerek izin alınması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre, 2010/4 No’lu Tebliğ’in 5. Maddesi uyarınca aşağıdaki üç hal Tebliğ kapsamında birleşme veya devralma olarak tanımlanmıştır:

Kontrolde kalıcı değişiklik meydana getirecek şekilde;

  1. İki veya daha fazla teşebbüsün birleşmesi,
  2. Bir veya daha fazla teşebbüsün tamamının ya da bir kısmının doğrudan veya dolaylı kontrolünün, hisse ya da mal varlığının satın alınmasıyla, sözleşmeyle veya diğer bir yolla bir ya da daha fazla teşebbüs veya hâlihazırda en az bir teşebbüsü kontrol eden bir ya da daha fazla kişi tarafından devralınması,
  3. Bağımsız bir iktisadi varlığın tüm işlevlerini kalıcı olarak yerine getirecek bir ortak girişimin oluşturulması.

Yukarıdaki hallerden birine uyan birleşme veya devralma işlemlerinin Rekabet Kurumu’na bildirilmeleri aşağıdaki ciro eşiklerinin aşılması şartına bağlıdır.

2010/4 No’lu Tebliğ’in 7. Maddesine göre,

  • İşlem taraflarının Türkiye ciroları toplamının yüz milyon TL’yi ve işlem taraflarından en az ikisinin Türkiye cirolarının ayrı ayrı otuz milyon TL’yi veya
  • Devralma işlemlerinde devre konu varlık ya da faaliyetin, birleşme işlemlerinde ise işlem taraflarından en az birinin Türkiye cirosunun otuz milyon TL’yi ve diğer işlem taraflarından en az birinin dünya cirosunun beş yüz milyon TL’yi aşması halinde söz konusu işlemin hukuki geçerlilik kazanabilmesi için Rekabet Kurulu’ndan izin alınması zorunludur.

2. 2010/4 No’lu Tebliğ çerçevesinde ciro nasıl hesaplanır? 

Ciro, tek düzen hesap planına göre bildirim tarihinden bir önceki mali yılsonunda veya bunun hesaplanması mümkün olmazsa, bildirim tarihine en yakın mali yılsonunda oluşan net satışlardan meydana gelir. Ciro hesaplanırken aşağıda yer verilen 8. maddenin birinci fıkrasındaki kişi veya ekonomik birimlerin kendi aralarındaki satışlarından doğan ciroları hesaba katılmaz. Madde 8(6) uyarınca ciro hesaplamasında döviz kuru olarak, cironun gerçekleştiği mali yıldaki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz alış kuru ortalaması göz önüne alınır.

2010/4 No’lu Tebliğ’in 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, her bir işlem tarafının cirosunun hesaplanmasında aşağıdaki teşebbüslerin cirolarının toplamı esas alınır:

(a)    İlgili teşebbüs, (İlgili Teşebbüs: Birleşme işlemlerinde birleşen, devralma işlemlerinde devralan veya devre konu kişi ya da ekonomik birimleri ifade eder.)

(b)    İlgili teşebbüsün doğrudan ya da dolaylı olarak;

  1. sermayesinin veya ticari varlığının yarıdan fazlasına sahip olduğu veya
  2. oy haklarının yarıdan fazlasını kullanma yetkisine sahip olduğu veya
  3. denetim kurulu, yönetim kurulu veya teşebbüsü temsile yetkili organların üyelerinin yarıdan fazlasını atama yetkisine sahip olduğu veya
  4. işlerini idare etme hakkına sahip olduğu kişi veya ekonomik birimler,

(c)    İlgili teşebbüs üzerinde (b)’de sayılan hak ve yetkilere sahip olan kişi veya ekonomik birimler,

(d)    (c)’de sayılanların, (b)’de sayılan hak ve yetkilere sahip olduğu kişi veya ekonomik birimler,

(e)    (a)-(d)’de sayılanların, (b)’de sayılan hak ve yetkilere birlikte sahip olduğu kişi veya  ekonomik birimler.

Cironun hesaplanmasında dikkat edilmesi gereken diğer hususlar ise şunlardır:

  • 8. maddenin üçüncü fıkrasına göre ilgili teşebbüslerin yukarıda yer verilen 8. maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde sayılan hak ve yetkilere birlikte sahip olduğu ekonomik birimlerin ciroları, ilgili teşebbüs sayısına göre eşit şekilde bölünerek hesaplanır.
  • 8. maddenin dördüncü fıkrasına göre ilgili teşebbüslerin üçüncü kişilerle birlikte işlerini idare etme hakkına sahip olduğu ortak girişimlerin ciroları, bu hak sahiplerinin sayısına göre eşit şekilde bölünerek hesaplanır.
  • Ciroların hesaplanmasında, işlem taraflarının tüzel kişiliğe sahip olan ya da olmayan kısımlarının devredilmesi halinde, devreden taraf bakımından yalnızca devredilen kısmın cirosu esas alınır. Üç yıllık dönem içinde, aynı kişiler ya da taraflar arasında veya aynı ilgili ürün pazarında aynı teşebbüs tarafından, ilk cümlede belirtilen anlamda gerçekleştirilen iki ya da daha fazla işlem, ciroların hesaplanması bakımından tek bir işlem olarak değerlendirilir.

3. Rekabet Kurulu’na yapılan birleşme veya devralma işlemine izin alma başvurusu ücrete tabi midir?

Söz konusu başvuru herhangi bir başvuru ücretine tabi değildir.

4. Birleşme veya devralma işleminin tarafları başvuru sırasında aralarındaki anlaşmanın son halini mi sunmak zorundadırlar?

Birleşme veya devralma işleminin tarafları başvuru sırasında 2010/4 No’lu Tebliğ’in ekindeki formu ve formun 11. maddesinde sayılan belgeleri sunmak zorundadırlar. 2010/4 No’lu Tebliğ’in ekindeki bildirim formunda bildirime konu olan birleşme veya devralma işlemine ilişkin anlaşmanın nihai veya mevcut halinin bir kopyasının bildirim formuna eklenmesi gerektiği belirtilmiştir. Dolayısıyla, işlem tarafları başvuru anında aralarındaki anlaşmanın son halini Rekabet Kurulu’na sunmak zorunda değildir. “Anlaşmanın mevcut halinin bir kopyası” ifadesinden anlaşmanın hangi aşamasının kabul edileceği açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte, sunulacak kopyanın sözleşmenin nihai haline yakın, diğer bir ifade ile üzerinde esaslı bir değişiklik gerektirmeyecek bir versiyonu olduğu kabul edilebilir.

5. İzin Başvurusunun Rekabet Kurulu tarafından karara bağlanma süreci nedir?  

Rekabetin Korunması Hakkında Kanun‘un 10. maddesi uyarınca, birleşme veya devralma işlemleri Rekabet Kurulu’na bildirildiği tarihten itibaren Rekabet Kurulu, on beş (15) gün içinde yapacağı ön inceleme sonucunda karar verir. Başvuruda eksik bilgi veya belge olduğu takdirde bu eksikliğin tamamlanması talep edilebilir. Başvuru, eksiklik tamamlandığı anda yapılmış sayılır ve bu durumda on beş (15)  günlük inceleme süresi tekrar başlar.

Kanunun 10(2). maddesi uyarınca, Rekabet Kurulu’nun süresi içinde birleşme veya devralmaya ilişkin müracaata herhangi bir cevap vermediği ya da herhangi bir işlem yapmadığı hallerde, birleşme veya devralma anlaşmaları bildirim tarihinden otuz (30) gün sonra yürürlüğe girerek hukukî geçerlilik kazanır. Söz konusu otuz (30) günlük süre ve ek bilgi ve belge talepleri nedeniyle birinci paragrafta belirtilen süreler uzayabilmektedir.

Rekabet Kurulu ön inceleme sonucunda

  1. Birleşme veya devralma işlemini yasaklayabilir,
  2. İzin veya şartlı izin verebilir veya
  3. Nihai incelemeye almak yönünde karar alabilir.

Bu son durumda Rekabet Kurulu, ön itirazını bildiren yazısı ile birlikte birleşme veya devralma işleminin nihai karara kadar askıda olduğunu ve uygulamaya sokulamayacağını, gerekli gördüğü diğer tedbirlerle birlikte ilgililere usulüne göre tebliğ eder. Nihai inceleme en geç altı (6) ay içerisinde tamamlanır. Gerekli görüldüğü takdirde bir defaya mahsus olmak üzere Kurul tarafından altı (6) aya kadar ek süre verilebilir.

6. Rekabet Kurumu’ndan İzin Alınmak Üzere Kurum’a Bildirilmesi zorunlu bir işlemin bildirilmemesine ilişkin yaptırım nedir? 

Bildirilmesi zorunlu bir birleşme veya devralma işleminin Rekabet Kurulu’na bildirilmemesinin sonuçları Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 11. maddesinde açıklanmıştır. İlgili madde uyarınca,

Bildirilmesi zorunlu olan birleşme ve devralma işleminin Rekabet Kurulu’na bildirilmemiş olduğu hallerde, Rekabet Kurulu, herhangi bir şekilde işlemden haberdar olduğu zaman kendiliğinden birleşme veya devralmayı incelemeye alır. İnceleme sonucunda;

Birleşme veya devralmanın Kanunun bir ya da birden fazla teşebbüsün hâkim durum yaratmaya veya hâkim durumlarını daha da güçlendirmeye yönelik olarak, ülkenin bütünü yahut bir kısmında herhangi bir mal veya hizmet piyasasındaki rekabetin önemli ölçüde azaltılmasını yasaklayan 7. maddesini ihlal etmediğine karar vermesi durumunda birleşme veya devralmaya izin verir, ancak ilgililere bildirimde bulunmadıkları için para cezası uygular.

Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 16. maddesi uyarınca, bildirilmesi gereken birleşme veya devralma işlemlerinin tarafı olan teşebbüsler ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyeleri gerekli bildirimi yapmadıkları takdirde, kendilerine karardan bir önceki mali yılsonunda oluşan veya bunun hesaplanması mümkün olmazsa karar tarihine en yakın mali yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayri safi gelirlerinin binde biri oranında idari para cezası verilir. Söz konusu idarî para cezası birleşme işlemlerinde tarafların her birine, devralma işlemlerinde ise sadece devralana verilir.

2010/4 sayılı Tebliğ’ in 10. maddesi birleşme veya devralma işlemlerinde gerçekleştirilme tarihinin kontrolün değiştiği tarihi ifade ettiğini ve izne tabi birleşme veya devralma işlemlerinin Kurulun izni olmaksızın gerçekleştirilmesi halinde idarî para cezası uygulanacağını açıkça düzenlemektedir.

Birleşme veya devralmanın Kanunun 7. maddesini ihlal ettiğine karar vermesi halinde; para cezası ile birlikte, birleşme veya devralma işleminin sona erdirilmesine; hukuka aykırı olarak gerçekleştirilmiş olan tüm fiili durumların ortadan kaldırılmasına; şartları ve süresi Kurul tarafından belirlenecek şekilde ele geçirilen her türlü payın veya mal varlığının eğer mümkünse eski maliklerine iadesine, bu mümkün olmadığı takdirde üçüncü kişilere temlikine ve devrine; bunların eski malik veya üçüncü kişilere temlik edilmesine kadar geçen süre içinde devralan kişilerin devralınan teşebbüslerin yönetimine hiçbir şekilde katılamayacağına ve gerekli gördüğü diğer tedbirlerin alınmasına karar verir.

7. Rekabet Kurulu’nun teşebbüslerde yerinde inceleme yetkisi var mıdır? Kapsamı nedir?

Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 15. maddesi ve 2010/4 sayılı Tebliğ’in 15. maddesi uyarınca Kurul emrinde çalışan uzmanlara teşebbüs ve teşebbüs birliklerini inceleme yetkisi tanımıştır. Kurul uzmanları, görevlerini yerine getirirken gerekli gördükleri takdirde, teşebbüslerin ve teşebbüs birliklerinin

  • Defterlerini, her türlü evrak ve belgelerini inceleyebilir ve gerekirse suretlerini alabilir,
  • Belirli konularda yazılı veya sözlü açıklama isteyebilir,
  • Teşebbüslerin her türlü mal varlığına ilişkin mahallinde incelemeler yapabilirler.

8. Başvurular ve Rekabet Kurulu kararları yayımlanır mı?

Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 53. maddesi uyarınca Kurul kararları tarafların ticarî nitelikli sırlarını ifşa etmeyecek şekilde Kurum internet sayfasında yayınlanır. Buna ek olarak 2010/4 sayılı Tebliğ’in 12. maddesi Rekabet Kurumu’nun bildirilen birleşme ve devralmaları, ilgili teşebbüsler ile faaliyet alanlarını içerecek şekilde internet sayfasında duyuracağını düzenlemektedir. Bu nedenle, başvuru formunda yer alan sorular arasında, birleşme veya devralma işleminin tarafları, ilgili teşebbüsler, işlemin niteliği, etkilenen pazarlar ve işlem taraflarının faaliyet alanları hakkında bilgileri ticari sır içermeyecek şekilde özetlemelidirler.

9. Rekabeti kısıtlayıcı düzenlemeler içeren anlaşmaları, grup olarak veya bireysel olarak Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un uygulanmasından muaf tutan düzenlemeler bulunmakta mıdır?

Türk rekabet hukuku kapsamında muafiyet rejimi, grup muafiyeti ve bireysel muafiyet şeklinde ikiye ayrılmaktadır.

Aşağıda belirtilen şartların tamamının varlığı halinde, rekabeti kısıtlayıcı düzenlemeler anlaşmaların Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4’üncü madde hükümlerinin uygulanmasından bireysel olarak muaf tutulmasına karar verilebilir:

(a)    Malların üretim veya dağıtımı ile hizmetlerin sunulmasında yeni gelişme ve iyileşmelerin ya da ekonomik veya teknik gelişmenin sağlanması,

(b)    Tüketicinin bundan yarar sağlaması,

(c)    İlgili piyasanın önemli bir bölümünde rekabetin ortadan kalkmaması,

(d)    Rekabetin (a) ve (b) bentlerindeki amaçların elde edilmesi için zorunlu olandan fazla sınırlanmaması.

Ayrıca Rekabet Kurulu, belirli konulardaki anlaşma türlerini çıkardığı tebliğler ile Kanunun 4. maddesinin uygulamasından grup olarak muaf tutabilir. Bu kapsamda Rekabet Kurulu tarafından çıkarılmış olan grup muafiyeti tebliğleri aşağıdaki şekildedir:

  • 2003/3 ve 2007/2 sayılı Rekabet Kurulu Tebliğleri ile Değişik, Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği (2002/2 sayılı)
  • Motorlu Taşıtlar Sektöründeki Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği (2017/3 sayılı)
  • Araştırma ve Geliştirme Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyet Tebliği (2016/5 sayılı)
  • Uzmanlaşma Anlaşmalarına ilişkin Grup Muafiyeti Tebliği (2013/3 sayılı)
  • Sigorta Sektörüne İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği (2008/3 sayılı)
  • Teknoloji Transferi Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği (2008/2 sayılı)

10. Rekabeti sınırlayıcı anlaşma ve kararların Rekabet Kurulu’na bildirilmesi gerekir mi?

Rekabeti sınırlayıcı anlaşma ve kararların Rekabet Kurulu’na bildirilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.

Rekabet Kurulu tarafından düzenlenen grup muafiyeti tebliğleri kapsamına giren rekabeti sınırlayıcı anlaşma ve kararlar kendiliğinden grup muafiyetinden yararlanmakta olup bunlar için Rekabet Kurulu’na ayrıca bildirim yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

Grup muafiyeti tebliğleri kapsamına girmeyen anlaşma ve kararlar açısından ise teşebbüs ve teşebbüs birliklerinin, Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da öngörülen bireysel muafiyet koşullarını, grup muafiyet tebliğlerini, Rekabet Kurulu tarafından çıkarılmış kılavuzları ve Kurul’un eski kararlarını dikkate alarak, ilgili anlaşmaların bireysel muafiyet kapsamına girip girmediğini kendilerinin değerlendirmesi gerekmektedir. Diğer bir ifade ile bu anlaşmalar için de bir bildirim yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ancak teşebbüsler ve teşebbüs birliklerinin hukuki belirlilik elde etmek amacıyla Rekabet Kurulu’na muafiyet talebi ile başvurmaları mümkündür.

Yayınlanma Tarihi: 01 Ağustos 2017

1. Türkiye’de ilaçların piyasaya arzına ilişkin özel düzenlemeler bulunmakta mıdır?

Türkiye’de ilaçların ruhsat almaksızın piyasaya arz edilmesi yasaktır. Sağlık Bakanlığı’na bağlı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, ilaçlara ruhsat vermek konusunda yetkili olan makamdır. İlaçların piyasaya arzı için ruhsat alma gerekliliğinin yanında, yine Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’na başvurma ve fiyat alma zorunluluğu vardır. Ülkemizde ilaçların fiyatlandırılması açısından referans fiyat sistemi benimsenmiştir. İlaçlar ancak eczanelerde satılabilir, ülkemizde benimsenmiş bir OTC (over-the-counter) sistemi henüz yoktur ve ilaçların tümünün halka reklamı yasaktır.

2. İlaçların ülkeye paralel ithalatı mümkün müdür? 

Bir ilacı Türkiye’ye ancak ruhsat sahibi getirebilir ve gümrük kontrol belgesi de ancak ruhsat sahibi adına düzenlenir. Bu nedenle paralel ithalat yoluyla ülkeye ilaç girişi mümkün değildir, kontrol belgesi sahibi dışında kimsenin ilaçları gümrükten çekmesine izin verilmez.

3. Türkiye’de bir farmakovijilans sistemi var mıdır? 

Türkiye’de bir farmakovijilans sistemi vardır. Farmakovijilans uygulamaları, Sağlık Bakanlığı tarafından çıkarılmış olan “İlaçların Güvenliği Hakkında Yönetmelik”, “İyi Farmakovijilans Uygulamaları (İKU) Kılavuzu” “Farmakovijilans Kılavuzu”, “Farmakovijilans Denetimlerinin Yürütülmesine İlişkin Kılavuz” ve “Farmakovijilans Denetimlerinin Raporlanmasına İlişkin Kılavuz” çerçevesinde Türkiye Farmakovijilans Merkezi (TÜFAM) tarafından yürütülür. TÜFAM ile ilgili bilgilere bu adresten ulaşılabilir: http://www.titck.gov.tr/Ilac/Farmakovijilans

4. Türkiye’de klinik araştırma yapılabilir mi? 

Türkiye’de klinik araştırma konusu Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun düzenleme yetkisi altında olan bir konu olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda, Türkiye’de klinik araştırmaları düzenleyen ilk yasal metinler Sağlık Bakanlığı tarafından 1993 tarihinde düzenlenmiş olup, hâlihazırda 02 Nisan 2015 tarihli İlaç ve Biyolojik ürünlerin Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik ile yürütülmektedir. İlaç ve Biyolojik ürünlerin Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik’e temel teşkil eden İyi Klinik Uygulamaları Kılavuzu da (bundan sonra tümü için ‘’Klinik Araştırma Mevzuatı’’ ifadesi kullanılacaktır ) son yıllarda (AB Direktifleri’ne uyum amacı ile) sayısız değişikliğe konu olmuştur.

5. İlaç atıkları Türkiye’ye ithal ya da Türkiye’den ihraç edilebilir mi? 

Çevre Kanunu uyarınca atıklar Türkiye’ye ithal edilemez. Bu konuda tam bir değerlendirme yapılabilmesi için tüm tehlikeli atık mevzuatını incelemek gerekli ve önemlidir.

6. Türkiye’de tıbbi cihazlar nasıl düzenlenmektedir?

Türkiye’de tıbbi cihazların piyasaya arzı ve denetimi görevi ve yetkisi Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nda olup, Tıbbi Cihaz Yönetmeliği, Vücuda Yerleştirilebilir Aktif Tıbbi Cihazlar Yönetmeliği, Tıbbi Cihaz Klinik Araştırmaları Yönetmeliği, Tıbbi Cihazların Test, Kontrol ve Kalibrasyon Hakkında Yönetmelik ve Tıbbi Cihaz Satış, Reklam ve Tanıtım Yönetmeliği ile düzenlenmektedir. İlgili mevzuatlar AB Direktifleri ile çoğunlukla uyum içerisinde olsa da, piyasaya arz, reklam ve sağlık meslek mensuplarına tanıtım konularında daha sıkı kurallar da içermektedir.

7. Türkiye’de kozmetikler nasıl düzenlenmektedir? 

Sağlık Bakanlığı kozmetikler konusunda yetkili makamdır. Kozmetikler izin ya da ruhsata tabi değildir, kozmetikler için bildirim sistemi benimsenmiştir. Söz konusu bildirim ilgili Bakanlık Yönetmelik ve Kılavuzları doğrultusunda internet üzerinden yapılır. Kozmetiklerle ilgili bir oto kontrol sistemi söz konusudur, kozmetik üreticisi/ithalatçısı ürünün güvenliğinden ve Bakanlığa yaptığı bildirimlerin doğruluğundan sorumludur. Ancak Sağlık Bakanlığı’nın da her zaman denetim yetkisi vardır.

8. Türkiye’de gıdaların ithalatı ve piyasaya arzına ilişkin özel bir düzenleme var mıdır? 

Türkiye’de gıdaların ithalatı ve piyasaya arzına ilişkin özel düzenlemeler 5996 sayılı kanun ve ilgili yönetmeliklerde düzenlenmektedir. Gıdaların ithalinden piyasaya arzına kadar olan süreç ile üretici ve ithalatçının sorumlulukları da ilgili mevzuatta ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bunlara ilaveten gıdaların etiketlenmesi ve ambalajlanmasına ilişkin özel alt mevzuatlar da mevcuttur.

9. Gıda ve kozmetik ile ilgili reklamlar nasıl düzenlenmektedir?

Reklamlara ilişkin genel prensipler de Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ile Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliği’nde düzenlenmektedir. Buna göre reklamlardaki iddiaların doğru olması, tüketiciyi yanıltıcı olmaması; aynı zamanda piyasada haksız rekabete yol açar nitelikte olmaması gereklidir. Ayrıca etiket ve ambalaj malzemeleri de reklam materyali sayıldığından bu kurallara tâbi olacaktır.

Gıda reklamlarında gıda içeriğine ilişkin bilgilerin tüketiciyi yanıltıcı olmaması son derece önemlidir. Kozmetik reklamları ile ilgili olarak bu ürünlerin herhangi bir teşhis ya da tedavi edici özelliği olduğu iddialarının reklamlarda bulunmaması gerekir.

10. Türkiye’de tüketici haklarını koruyan ve ürün sorumluluğuna ilişkin özel düzenlemeler var mıdır? 

Türkiye’de tüketici hakları Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve buna dayanılarak çıkarılan özel yönetmeliklerle korunmaktadır.

Ürün sorumluluğu konusu ise 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik’te düzenlenmektedir. Ürün sorumluluğu, ayıplı mal/hizmetten doğan zararlardan (ölüm, yaralanma ya da kullanılmakta /yararlanılmakta olan diğer mal /hizmetlere ilişkin oluşan zararlar) doğan sorumluluk olarak anlaşılmalıdır. Borçlar Kanunu’nun genel prensibine göre, birtakım istisnalar hariç olmak üzere, burada herhangi bir tazminat talebine ilişkin ispat yükü tüketici üzerinde olup, tüketici ayıplı mal/hizmetten dolayı uğradığı zararı ispat etmekle mükelleftir.

Yayınlanma Tarihi: 01 Ağustos 2015

1. Türk hukukunda ticari reklamlar ve hakkında temel düzenlemeler nelerdir?

Türkiye’de reklam hukuku alanında temel düzenleme 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (“TKHK”) ve bu kanuna uyarınca hazırlanan,10.01.2015 tarih ve 29232 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliğidir (“Reklam Yönetmeliği”).

Reklamcılık yönetmeliği tüketiciye yönelik her türlü ticari reklam ile haksız ticari uygulamayı kapsar, reklam hukukuna ilişkin temel kuralları ve haksız ticari uygulamaların sonuçlarını içerir.

2. Ticari reklamları düzenleyen temel ilkeler nelerdir?

Reklamlar,

  • Anlaşılır ve açık olmalı.
  • Genel ahlak kurallarına aykırı ifade ya da görüntüler içermemeli.
  • Dürüst ve gerçek olmalı (İspat külfeti, reklam verene aittir).
  • Ortalama bir tüketici tarafından kolayca ve açıkça anlaşılabilir olmalı.
  • İnsan onuruna ve insan haklarına saygılı olmalı.
  • Kişisel hayata saygılı olmalı
  • Kamu düzenini bozan, şiddet hareketleri ile yasadışı veya kınanacak davranışlara yol açan, göz yuman, bu davranışları özendiren veya destekleyen unsurlar içermemeli.
  • Güvenlik kurallarının gözetilmediği ve güvenlik açısından tehlike oluşturabilecek uygulama ve durumlarla ilgili hiçbir sunum ya da tanımlama içermemeli.
  • Dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri özelliklere yönelik kötüleme, istismar, önyargı veya ayrımcılık içermemeli.
  • Tüketicinin güvenini kötüye kullanan veya tüketicinin tecrübesizliğinden ve bilgisizliğinden faydalanacak şekilde olmamalıdır.

Reklamlar,

  • Gerçeğe uygun ve dürüst olmalı,
  • Ekonomik ve sosyal sorumluluk bilinci içinde ve haksız rekabete yol açmayacak şekilde hazırlanmalı,
  • ortalama tüketicinin algılama düzeyi ile reklamın tüketici üzerindeki olası etkisi göz önünde bulundurularak hazırlanmalıdır.

3. Reklamlarda yer alan iddialar nasıl ispat edilir?

Reklam verenler, reklamlarda yer alan iddiaların doğruluğunu ispatlamakla yükümlüdür.

Reklamlarda yer alan doğrulanabilir olgularla ilgili tanımlamalar, iddialar ya da örnekli anlatımlar; bilimsel raporlarla ispatlanmak zorundadır. Gerekirse,ü niversitelerin ilgili bölümlerinden veya akredite olmuş ilgili test ve değerlendirme kuruluşlarından veya bağımsız araştırma kuruluşlarından alınmış raporların ibraz edilmesi talep edilebilir.

Karşılaştırmalı reklamlarda yer alan iddialar, üniversitelerin ilgili bölümlerinden veya akredite olmuş ilgili test ve değerlendirme kuruluşlarından veya bağımsız araştırma kuruluşlarından alınmış bağımsız bilimsel raporlarla kanıtlanmak zorundadır.

4. Türkiye’de reklam hukukunun özel olarak düzenlendiği ürün grupları bulunmakta mıdır?

İlaçların, tütün mamullerinin, alkollü içeceklerin ve falcı, medyum, astrolog ve benzerleri tarafından verilen hizmetlerin reklamının yapılması tamamen yasaklanmıştır. Ayrıca tıbbi cihazlar, sağlık hizmetleri, gıdalar, takviye edici gıdalar, kozmetik ve temizlik ürünler, finansal hizmetler, devre tatil hizmetleri, emlak, çevreyle ilgili reklamlar, çocuklar için olan ürünler, kumar ve şans oyunları hakkında reklamlara ilişkin daha katı düzenlemeler mevcuttur.

5. Türk hukukunda karşılaştırmalı reklama izin verilmekte midir?

Karşılaştırmalı reklama; Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliği’nde yanıltıcı ve karalayıcı reklamlar engellenmek, tüketiciler ve piyasadaki rakipler nezdinde yaratılabilecek haksız rekabet engellemek suretiyle katı kurallar çerçevesinde izin verilmiştir.

Karşılaştırmalı reklamlar ancak a) Aldatıcı ve yanıltıcı olmaması, b) Haksız rekabete yol açmaması, c) Karşılaştırılan mal veya hizmetlerin aynı nitelikte olması ve aynı istek ya da ihtiyaca cevap vermesi, ç) Tüketiciye fayda sağlayacak bir hususun karşılaştırılması, d) Karşılaştırılan mal veya hizmetlerin, fiyatı da dahil, bir ya da daha fazla maddi, esaslı, doğrulanabilir ve tipik özelliğinin objektif olarak karşılaştırılması, e) Nesnel, ölçülebilir, sayısal verilere dayanan iddiaların; bilimsel test, rapor veya belgelerle ispatlanması, f) Rakiplerin fikri ve sınai mülkiyet haklarını, ticaret unvanını, işletme adını, diğer ayırt edici işaretlerini, mallarını, hizmetlerini, faaliyetlerini veya diğer özelliklerini kötülememesi veya itibarsızlaştırmaması, g) Menşei belirtilmiş mal veya hizmete ilişkin karşılaştırmada, mal veya hizmetlerin aynı coğrafi yerden olması, ğ) Reklam veren ile rakibinin markası, ticaret unvanı, işletme adı veya diğer bir ayırt edici işareti ya da mal veya hizmetleri ile ilgili karışıklığa yol açmaması koşullarıyla yapılabilir.

Reklam Yönetmeliği’nin 8. maddesinin 2. fıkrasına göre,  karşılaştırmalı reklamlarda, rakiplere ait isim, marka, logo veya diğer ayırt edici şekil veya ifadeler ile ticaret unvanı veya işletme adlarına, yönetmeliğin diğer hükümleriyle çatışmaması koşuluyla yer verilebilir. Ancak, bu özel hükmün yürürlük tarihi, 1 Ocak 2018’den itibaren yürürlüğe girmek üzere ertelenmiştir.

6. Reklamcılıkla ilgili kurallara uymamanın hukuki yaptırımları nelerdir?

Reklam Yönetmeliği’ne aykırılığa uygulanacak para cezaları, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da düzenlenmiştir. 3. kişilerin şikayeti veya Reklam Kurulu tarafından re’sen yapılacak inceleme üzerine, Reklam kurulu tarafından anılan yükümlülüklere aykırı hareket eden reklam verenler, reklam ajansları ve mecra kuruluşları hakkında durdurma veya aynı yöntemle düzeltme veya idari para cezası ve gerekli görülen hâllerde de üç aya kadar tedbiren durdurma cezası uygulanır. Reklam Kurulu, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebilir. Aykırılık;

a) Yerel düzeyde yayın yapan televizyon kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise 12.070 Türk Lirası,

b) Ülke genelinde yayın yapan televizyon kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise 241,413 Türk Lirası,

c) Süreli yayınlar aracılığıyla gerçekleşmiş ise (a) ve (b) bentlerinde belirtilen cezaların yarısı,

ç) Yerel düzeyde yayın yapan radyo kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise 6,034 Türk Lirası,

d) Ülke genelinde yayın yapan radyo kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise 60,353 Türk Lirası,

e) İnternet aracılığı ile gerçekleşmiş ise 60,353 Türk Lirası,

f) Kısa mesaj aracılığı ile gerçekleşmiş ise yirmi 30.176 Türk Lirası,

g) Diğer mecralar aracılığı ile gerçekleşmiş ise 6,034 Türk Lirası,

idari para cezası verilir. Reklam Kurulu, idari işleme konu ihlalin bir yıl içinde tekrar edilmesi hâlinde yukarıda belirtilen idari para cezalarını on katına kadar uygulayabilir.

7. Çekiliş ve yarışmalar ile ilgili hukuki düzenleme var mıdır?

04.10.2006 tarih ve 26309 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karşılığı Nakit Olmayan Piyangolar ve Çekilişler Hakkında Yönetmelik (“Yönetmelik”) uyarınca “yarışma”; “kazananları, katılanlar arasından bilgi, beceri veya yeteneğe dayalı olarak eleme usulü ile başarı sıralaması esas alınarak veya bir jüri tarafından aynı esaslar dâhilinde yapılan değerlendirmeyle belirlenen ve sonucunda ayni ve/veya nakdi ödül verilen düzenlemeler ile bilmece, bulmaca, eğlence programı ve benzerleri” olarak tanımlanır.

8. Türkiye’de şans oyunları (örn. kura promosyonları, anlık-kazan oyunları, vb.) yasal mıdır?

Evet, şans oyunlarına hukuken genel olarak izin verilir. Ancak, Milli Piyango İdaresi (“MPİ”) tarafından katı kurallar ile düzenlenmektedirler.

320 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 41. maddesi Türkiye’de karşılığı nakit olmak üzere, şans oyunlarını plânlama, tertip etme ve çekiliş düzenleme hakkının yalnızca Milli Piyango İdaresi’ne ait olduğunu düzenler. Karşılığı nakit olmayan piyango ile çekilişler ise, ticari faaliyette bulunan gerçek ve tüzel kişiler, kamu kurum ve kuruluşları, dernekler, vakıflar, cemaatler, emeklilik ve yardımlaşma sandıkları, spor kulüpleri, okul aile birlikleri tarafından da düzenlenebilir.

Ödül olarak verilen unsurun para olmadığı şans oyunlarına ilişkin kurallar ise genel olarak Yönetmelik’te düzenlenmektedir. 

9. Türkiye’de yeteneğe dayalı yarışmalar (örn. makale yarışmaları, fotoğraf yarışmaları, içeriği kullanıcı tarafından belirlenen yarışmalar vb.) düzenlemek mümkün müdür?

Evet, yeteneğe dayanan yarışmalara genel olarak izin verilmektedir.

Yönetmelik, “yarışmayı”  Kazananları, katılanlar arasından bilgi, beceri veya yeteneğe dayalı olarak eleme usulü ile başarı sıralaması esas alınarak veya bir jüri tarafından aynı esaslar dâhilinde yapılan değerlendirmeyle belirlenen ve sonucunda ayni ve/veya nakdi ödül verilen düzenlemeler ile bilmece, bulmaca, eğlence programı ve benzerleri olarak tanımlamış ve yeteneğe dayalı yarışmaların serbest olmasını öngörmüştür.

Bunun yanı sıra, yeteneğe dayalı yarışmaların şartları, 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a uygun olmalıdır. Özellikle, bu kurallar Türk katılımcıları tarafından kolayca anlaşılabilir olmalı ve yanıltıcı unsurlar içermemelidir.

10. Herhangi bir lisans/izin/onay gerekli midir? Eğer gerekliyse hangi idari makam yetkilidir?

Promosyonun türü (çekiliş/yarışma mı olduğu) ilgili idari makamın izninin gerekli olup olmadığına karar vermede belirleyici rol oynar.

Karşılığı nakit ödül olan piyango ve çekilişleri düzenlemeye yetkili olan ve aynı zamanda karşılığı nakit olmayan piyango ile çekilişlerin tertibine izin vermeye tek yetkili olan MPİ’den ödüllü yarışmalar/müsabakalar için herhangi bir kayıt/tescil yaptırılmasına gerek bulunmamaktadır.

Taahhüt edilen ödüllerin kazananı “şans faktörüne” dayalı düzenlenen bir çekiliş ile belirleniyorsa, bu promosyon mekanizması Yönetmelik kapsamına giren bir çekiliş olarak kabul edilecek ve düzenlenmesi Milli Piyango İdaresi’nin iznine tabii olacaktır. Bir istisna olarak karşılığı nakit olmayan ödülün nakdi değeri, kişi başı 81,36 TL (yaklaşık 20 Euro)’den düşük olan çekilişler için izin almaya gerek yoktur. Bu miktar her takvim yılının başında yeniden düzenlenmektedir. Eğer karşılığı nakit olmayan ödülün nakdi değeri bu miktarı aşarsa böyle bir çekilişin düzenlenmesi MPİ’nin resmi iznine tabii olacaktır.

Eğer izin gerekli ise, piyango düzenlemek için izin talebinde bulunacakların, İdarece istenen bütün belge ve bilgilerle – başvuru dilekçesi, Piyango düzenleyeceklerin adı soyadı, unvanı, ikametgâhı, işyeri adresi, ticaret sicil ve vergi numarası ile T.C. kimlik numarası, Kampanyanın başlama ve bitiş tarihleri ile hangi il veya ilçeleri kapsayacağı, çekilişe katılma şekil ve şartlarını, dağıtılacak ikramiyelerin adedi, cinsi, rayiç birim ve toplam değeri, çekilişin yapılacağı tarih, saat, adres ve ne şekilde yapılacağı ile belirlenecek yedek talihli adedi, kazananın açıklanacağı tarih ve açıklanacağı şekli – kanunen aranan şartların yerine getirildiğini gösteren belgenin ve MPİ tarafından istenebilecek bazı diğer resmi belgeler ile birlikte kampanyanın başlama tarihinden en geç on beş gün önce İdareye başvurmaları esastır.

Gerekli başvurunun tamamlanmasından sonra, MPİ başvuruyu inceler ve izin verilip verilmemesine en geç 5 iş günü içerisinde karar verir.

11. Çekilişe katılma hakkı kazanmak için bir alım gerektiren çekilişler serbest midir yoksa satın alımsız bir yol mu izlenmelidir?

Eğer ikramiyenin kazananı bir jüri tarafından veya herhangi bir kura mekanizması olmaksızın belirlenen skor sistemine göre belirleniyorsa, böyle bir ikramiye yönetmelik kapsamında düzenlenen yarışma sayılabilir. Yönetmeliğin 2. Maddesinin ç fıkrası katılımcılardan herhangi bir bedel talep edilmemesi ve bir mal veya hizmetin pazarlama veya satışı amacına yönelik olmaması kaydıyla bu Yönetmeliğin yarışma olarak tanımladığı düzenlemelerin Yönetmelik kapsamına girmediğini düzenlemektedir. Bu düzenleme ile uyumlu olarak, yönetmeliğin kapsamında MPİ yetkisine girmeyen bir yarışmanın söz konusu olması için, belirli ve bir mal veya hizmetin pazarlama veya satışı amacına yönelik olmamalı ve herkes yarışmaya katılma konusunda eşit fırsata sahip olmalıdır. Bu nedenle, ödüllü yarışmalar hiçbir şekilde bir satın alım veya ödeme ön koşuluna bağlı olarak düzenlenemezler. Öte yandan eğer düzenleniş biçimi ödüllü çekiliş ise böyle bir ön koşula bağlı düzenlenebilirler.

12. Teminat verilmesi veya herhangi türde bağlayıcı bir belgenin gerektiği durumlar var mıdır?

Ödüllü çekilişlerde, düzenleyen, taahhüt edilen ödül/ödüllerin toplam piyasa değerlerinin %10’luk kısmına tekabül eden bir miktarı teminat olarak sağlamalıdır. İkramiyenin başlangıç tarihi ile bitiş tarihi arasındaki süre 6 ayı geçiyorsa, temin edilecek miktar, taahhüt edilen ödül/ödüllerin toplam piyasa değerlerinin %50 sine tekabül eden bir miktar olarak belirlenebilir.

Alınmış olan teminatlar; taahhüt edilen ikramiyelerin teslim edildiğini gösteren ve izin yazısında istenilmiş olan belgelerin İdareye teslim edilmesi, taahhütlerin eksiksiz olarak yerine getirildiğinin tespit edilmesi halinde, tertip edilen piyangoya ve çekilişe herhangi bir itiraz veya şikâyetin yapılmamış olması koşuluyla, itiraz süresinin bitiminden sonra düzenleyicilerine iade edilir.

13. Promosyon verilmesini yürüten veya bağlantılı olan kişilerin Türkiye’de fiziksel mevcudiyet, acenta veya diğer tür iş ortaklığı gibi bir oluşuma sahip olmaları zorunluluğu var mıdır?

Ödüllü yarışmalar/müsabakalar açısından bakılırsa, MPİ’ye önceden başvurma gibi bir zorunluluk olmadığı için, düzenleyenin Türkiye’de bir oluşumu olmasına gerek yoktur. Ancak tüketicinin korunması ilkeleri ışığında katılımcıların yarışmayla ilgili hususlarda gerektiği zaman düzenleyeni bulabilmeleri ve düzenleyene ulaşabilmeleri önem arz eder. Düzenleyen yurtdışında olsa dahi eğer kendisine ulaşılabiliyorsa sorun teşkil etmeyecektir.

Ödüllü çekilişler açısından bakıldığında ise, düzenleyenin Türkiye’de tüzel kişiliğe sahip olması gibi bir yasal zorunluluk olmamakla birlikte uygulamada MPİ bu çekilişle ilgili Türkiye’de başvurulabilecek bir oluşumun varlığını aramaktadır ve genellikle yabancı düzenleyiciler, MPİ’ye başvuru prosedürünün daha kolay yerine getirilebilmesi için yerel bir acenta veya başka bir iş ortağı ile birlikte çalışmaktadırlar. Böyle bir durum söz konusu olduğunda, yerel acenta veya iş ortağı düzenleyenin yetkili temsilcileri olarak hareket etmeye yetkilidirler ve yine uygulamada genellikle imza sirküleri veya düzenleyenin imza beyannamesi yoluyla alınmış bir temsil yetkisi MPİ tarafından başvuru için aranır.

Yayınlanma Tarihi: 01 Ağustos 2017

1. Verilen veya geçerli kılınan bir patentin Türkiye’de kullanım zorunluluğu var mıdır ve eğer var ise, bunu kullanmamanın sonuçları nedir? 

6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nun (“SMK”) 130. Maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir: 

“Patent sahibi veya yetkili kıldığı kişi, patentle korunan buluşu kullanmak zorundadır. Kullanımın değerlendirilmesinde pazar şartları ve patent sahibinin kontrolü ve iradesi dışındaki şartlar göz önünde tutulur.”

Uygulamaya ilişkin bir not olarak; kullanımın ispatı bir ithalat belgesi örneğin malların Türkiye’ye ithal edildiğini gösterecek şekilde Türk Gümrüğü tarafından onaylanan gümrük beyanı ile yapılabilir. Patentin kullanılmaması halinde, bu durum doğrudan hak kaybına yol açmaz. Ancak SMK m. 129 uyarınca patent üçüncü kişilerin zorunlu lisans taleplerine açık hale gelebilir. Bu durumda, zorunlu lisans talebi bir mahkemeye yapılır ve patent sahibi bu patentin Türkiye’de kullanılmakta olduğunu her zaman ispatlayabilir.

2. Türkiye’de eğer işçilerin buluşları işverenden bedel almaya hak kazanmış ise, bu bedel ödeme yükümlülüğü mucit şirketten ayrılsa dahi devam eder mi?

SMK madde 113. uyarınca, çalışanın, bir işletme veya kamu idaresinde yükümlü olduğu faaliyeti gereği gerçekleştirdiği ya da büyük ölçüde işletme veya kamu idaresinin deneyim ve çalışmalarına dayanarak, iş ilişkisi sırasında yaptığı buluş, hizmet buluşudur. Çalışanların hizmet buluşları kapsamına girmeyen buluşları serbest buluşlardır.

İşveren bir hizmet buluşuna ilişkin olarak kısmi veya tam bir hak talebinde bulunabilir. İşveren çalışanı bu talebinden yazılı olarak haberdar eder. İşverenin işçinin hizmet buluşunun tamamı üzerinde hak iddia etmesi halinde, işçiye yapılan yazılı bildirim üzerine hizmet buluşuna ilişkin tüm haklar işverene geçer ve çalışanın işveren tarafından ödenecek makul bir bedelin kendisine ödenmesini isteme hakkı doğar. Bu hak mucidin şirketten ayrılması halinde de devam edecektir.

3. İhtiyati tedbirler – verilmeleri için aranan şartlar nelerdir? Herhangi bir ihtiyati tedbirin temyiz edilme süreci nasıldır? 

SMK madde 159’a göre, SMK uyarınca dava açma hakkı olan kişiler, dava konusu kullanımın, ülke içinde kendi sınaî mülkiyet haklarına tecavüz teşkil edecek şekilde gerçekleşmekte olduğunu veya gerçekleşmesi için ciddi ve etkin çalışmalar yapıldığını ispat etmek şartıyla, verilecek hükmün etkinliğini temin etmek üzere, ihtiyati tedbire karar verilmesini mahkemeden talep edebilir.

Dahası, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 389. maddesine göre, taraflardan her biri devam eden hukuki süreçler boyunca veya bu süreçlerin başlamasından önce Mahkeme’ye ihtiyati tedbir talebiyle başvurabilirler. İhtiyati tedbir talepleri, herhangi bir gecikmenin telafisi imkânsız ve büyük zararlara yol açması ihtimalinin bulunduğu hallerde kabul edilir. Eğer patent sahibi kişi Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemesine delillerin tespiti için başvurursa, uygulanma bakımından Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na nazaran önceliği olan SMK hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Bir ihtiyati tedbir talebinin başarısı tamamen delillerin niteliğine bağlıdır.

Aleyhine ihtiyati tedbir verilen taraf bu ihtiyati tedbir talebine karşı istinaf yoluna başvurabilir.

4. Tıbbi bir ürünün satış ruhsatı için yapılan başvuru ile birlikte sunulan verilerin korunması için ne tür veri koruma düzenlemeleri vardır? 

Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliği’nin 9(3) maddesi tıbbi bir ürünün satış ruhsatı için yapılan başvuru ile birlikte sunulan veriler için veri imtiyazı öngörmektedir. Söz konusu madde uyarınca:

Veri imtiyazı süresi, Gümrük Birliği Alanında yer alan ülkelerden birinde 1/1/2001 tarihinden sonra ilk defa ruhsatlandırılmış orijinal ürünlerden 1/1/2005 tarihine kadar Türkiye’de herhangi bir jenerik ruhsat başvurusu yapılmamış olanlar ile Gümrük Birliği Alanında yer alan ülkelerden birinde 1/1/2005 tarihinden sonra ilk defa ruhsatlandırılacak orijinal ürünler açısından geçerli olup, Gümrük Birliği Alanında ilk defa ruhsatlandırıldığı tarihten başlayarak molekülün Türkiye’deki patent süresi ile sınırlı olmak üzere 6 (altı) yıldır.

5. Tıbbi ürünün onaylanmasından sonra pazar münhasırıyetine yönelik ne tür düzenleyici hükümler bulunmaktadır? 

Pazar münhasırıyeti sağlayan hükümler sadece patent koruması ve veri münhasıriyetidir. Türkiye’de ilk jenerik ilaç için EKS (Ek Koruma Sertifikası) veya pazar münhasırıyeti bulunmamaktadır.

6. Orijinal tıbbi ürününe atfen kısaltılmış jenerik satış izni (ruhsat) başvuruları hakkında bir fikri mülkiyet hak sahibinin bilgi almasına ilişkin bir prosedür var mıdır? 

Evet. Danıştay 10. Dairesi 06.03.2007 tarihli kararında, “Hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesinde, idarenin faaliyetlerini objektif esaslara göre ve güvenilir bir sistem içerisinde yürütmesinde, etkili ve önemli araçlardan birisi “idarenin şeffaflığı ilkesi” olup, bu ilkeyi tamamlayan haklardan en önemlisi de bilgi edinme hak ve özgürlüğüdür. Bilgi edinme hakkı ilgililerin karar alma süreçlerine katılabilmelerine, denetim mekanizmalarının etkin bir şekilde işletilebilmesine ve hak arama özgürlüğünün etkili bir şekilde kullanmasına olanak sağlamaktadır. Ticari işletmeleri korumak, haksız rekabeti önlemek ve serbest piyasa ekonomisinin tam işlemesini sağlamak için bilgi edinme hakkına bazı sınırlamalar getirilebilmesi mümkündür. Ancak, belirtilen amaçla konulan gizlilik kuralı; ticari işletmelerin sahip oldukları bilimsel veriler ile ekonomik ve mali durumlarını ve pazarlama tekniklerini kapsayan “ticari sır” niteliğindeki bilgilerin gizli tutulması ile sınırlıdır. Yukarıda aktarılan Sözleşme hükümlerine göre, buluş sahibi ilaç üreticilerince orijinal ilaç ruhsat dosyasına sunulan verilerin idare tarafından, haksız rekabete karşı etkili şekilde korunup korunmadığının buluş sahiplerince denetlenebilmesi, sahip oldukları ilaç ruhsatları referans gösterilmek suretiyle yapılmış olan kısaltılmış ruhsat başvurularının varlığından bilgi sahibi olmaları ile mümkündür. Buluş sahibi üreticilerce yapılan bilgi edinme amaçlı başvuruların, gizlilik kuralı ileri sürülerek tümüyle reddinin; hak arama özgürlüğünün etkili şekilde kullanılmasının kısıtlanması anlamına geleceği açıktır.” şeklinde yaptığı gerekçelendirme ile, T.C. Sağlık Bakanlığı’nın (“SB”) buluş yapan şirketin yasal temsilcilerinin, şirketin ruhsatlı ilacına atfen yapılan kısaltılmış başvurular hakkındaki bilgi alma isteğini geri çeviren kararını iptal etmiştir. Bu karardan sonra, SB fikri mülkiyet hak sahiplerinin yasal temsilcilerinin resmi taleplerine cevap vermekte ve bu tür kısaltılmış ruhsat başvurularının olup olmadığı, var ise başvuranların sayısı, tarihi ve ismi hakkında bilgi vermektedir.

Yayınlanma Tarihi: 01 Ağustos 2017

1. Bir markayı tescil ettirmek için öngörülen şartlar nelerdir?

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (“SMK”) 4. ve 5. maddeleri uyarınca,

i.         Bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlayan,

ii.         Marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilen,

iii.         Kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere

her türlü işaret, marka olarak tescil edilebilir.

2. Bir işaretin marka olarak tescil edilmeden de marka korumasından yararlanması mümkün müdür?

Evet. Paris Konvansiyonu 1. mükerrer 6. maddesi anlamında ilgili sektöründe tanınmış markalar,  SMK’nın 6/4. maddesi uyarınca, ülkemizde edinilmiş bir marka tesciline bağlı olmaksızın, sonraki benzer marka tescil/başvurularına karşı koruma altındadır. Ayrıca, tescilsiz bir marka üzerindeki eskiye dayalı kullanım ve gerçek hak sahipliği de Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 6/3.  maddesi uyarınca sonraki benzer marka tescil/başvurularına karşı korunmaktadır.

3. Ürün şekli, ambalajı gibi üç boyutlu (3D) işaretlerin Türk Patent ve Marka Kurumu (TürkPatent) nezdinde tescil edilebilmesi mümkün müdür?

SMK’nın 5. maddesinde belirtilen ayırt edicilik şartlarını taşıdıkları, yani bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini, diğer bir teşebbüsün mal ve hizmetlerinden ayırabiliyor olma koşulunu karşıladıkları takdirde, ürün şekli veya ambalajı gibi üç boyutlu işaretler de, tıpkı çizimle görüntülenebilen diğer işaretler gibi marka olarak tescil edilebilirler.

4. Markanın tescil başvurusu ya da tescili aşamalarında, markanın kullanımda olması şartı aranmakta mıdır?

Markanın tescili için yapılan başvuru ve/veya markanın tescili aşamalarında ilgili markanın kullanımda olması şartı aranmamaktadır. Ne var ki, SMK’nın 9. maddesi uyarınca, beş yıl içinde haklı bir sebep olmadan, tescil edildiği mal veya hizmetler bakımından marka sahibi tarafından Türkiye’de ciddi biçimde kullanılmayan ya da kullanımına beş yıl kesintisiz ara verilen markanın, açılacak bir iptal davası ile kullanılmama nedeniyle iptali talep edilebilir.

5. Türk Hukuku’nda, farklı kişilere ait aynı markaların bir arada var olması mümkün müdür? Buna olanak sağlayan yan yana marka anlaşmaları (co-existence aggreement) ile rıza mektupları (letter of consent) kabul edilmekte midir?

SMK’nın 5/3. Maddesine göre; aynı veya aynı türdeki mal veya hizmetlerle ilgili olarak tescil edilmiş ya da daha önceki tarihte tescil başvurusu yapılmış marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer işaretler; önceki marka sahibinin başvurunun tesciline açıkça muvafakat ettiğini gösteren noter onaylı belgenin Kuruma sunulması hâlinde tescil edilebilir.

6. Markanın kullanılmama nedeniyle iptali iddiası, TürkPatent nezdinde öne sürülebilir mi?

SMK’nın 26. Maddesine göre markanın kullanılmama nedeniyle iptali iddiası TürkPatent nezdinde ileri sürülebilir. Ancak, bu madde yayımı tarihinden itibaren yedi yıl sonra, yani 10 Ocak 2024’te yürürlüğe girecektir.  Bu süreye kadar kullanılmama da dahil olmak üzere bir markanın herhangi bir gerekçeyle hükümsüzlüğü ya da iptali sadece mahkeme nezdinde açılacak bir  dava ile talep edilebilir.

7. Bir markayı tescil ettirmek için izlenmesi gereken idari ve hukuki süreçler nelerdir?

Bir marka tescil başvurusu, öncelikli olarak TürkPatent tarafından resen yapılan mutlak red nedenleri incelemesinden geçmektedir. Resen yapılan bu inceleme üzerine, reddedilen mal ve hizmetler tescil başvurusunun kapsamından çıkarılır ve tescil başvurusu, kabul edilen mal ve hizmetler için Resmi Marka Bülteninde yayınlanır. Yayınlanan tescil başvurusuna karşı iki aylık bir süre zarfında üçüncü kişiler itirazda bulunabilir. TürkPatent’in Markalar Dairesi Başkanlığı’nca resen yapılan inceleme veya üçüncü kişilerce yapılan bir itirazın incelenmesi üzerine verilmiş olan kararlara karşı Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) önünde itiraz edilebilir. YİDK kararlarının iptali için münhasır yargı yetkisine sahip olan Ankara Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemeleri’nde (FSHM), karardan itibaren 2 ay içinde dava açılabilir. FSHM kararları ise Bölge Adliye Mahkemeleri nezdinde istinafa konu edilebilir. Bölge Adliye Mahkemesi kararları ise Yargıtay nezdinde temyize konu edilebilir.

8. Bir tasarımı tescil ettirmek için öngörülen şartlar nelerdir?

SMK’nın 56. maddesi uyarınca, bir tasarımın, tescil edilebilmesi için yenilik ve ayırt ediciliğe sahip olması gerekmektedir.

9. Bir tasarımı tescil ettirmek için izlenmesi gereken idari ve hukuki süreçler nelerdir?

Tasarım başvuruları, TürkPatent tarafından SMK m. 64’e göre resen incelenir. Resen yapılan bu inceleme sonucu verilen red kararlarına karşı iki ay içerisinde Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) önünde itiraz edilebilir. Resen yapılan inceleme sonucu reddedilmeyen tasarımlar ise Resmi Tasarımlar Bülteni’nde yayınlanır. Yayınlanan tescile karşı üç aylık bir süre zarfında üçüncü kişiler itirazda bulunabilir. İtirazlar YİDK tarafından incelenir. YİDK kararlarına karşı münhasır yargı yetkisine sahip olan Ankara Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemeleri’nde (FSHM) dava açılabilir. FSHM kararları ise Bölge Adliye Mahkemeleri nezdinde istinafa konu edilebilir. Bölge Adliye Mahkemesi kararları ise Yargıtay nezdinde temyize konu edilebilir.

10. Bir marka ve/veya tasarıma ilişkin ihtilafın TürkPatent nezdinde çözümlenememesi ve Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemeleri’ne taşınması halinde, taraflar yargılama sürecinde de, TürkPatent nezdinde sunulan deliller ile bağlı mıdır? 

Her ne kadar bu hususla ilgili olarak açık hüküm bulunmamaktaysa da, Yargıtay’ın yakın tarihli kararları uyarınca, tarafların TürkPatent nezdinde yürüyen idari süreç kapsamında sundukları deliller ile hukuki süreçte de bağlı olacağı öngörülmektedir.

11. TürkPatent nezdinde gerçekleştirilen yayına itiraz ve karara itiraz gibi işlemler için vekaletname sunulması gerekli midir? Mahkemeler nezdinde yapılacak işlemler için vekaletname gerekli midir ve sunulacak vekâletnameler için şekil şartı nedir?

SMK’ya göre TürkPatent’e yapılan yayına itiraz/karara itirazlar için vekaletname sunulması zorunlu değildir. Ancak TürkPatent vekilin yetkili olup olmadığını teyit etmek amacı ile her zaman vekaletname sunulmasını talep edebilir.

Mahkemeler nezdinde yapılacak işlemler için ise vekâletname sunulması zorunlu olup, vekaletnamelerin noter onaylı olması gerekmektedir. Yabancı kuruluşlarca sunulan vekâletnamelerin ise mutlaka Lahey Konvansiyonu’na göre düzenlenmiş apostil içermesi gerekmektedir. Apostil yerine, en yakın Türk Konsolosluğu’ndan alınan onay da geçerli olmaktadır.

12. Neler fikir ve sanat eseri kapsamına girer ve bu kapsamda koruma altındadır?

Bir fikir ürününün fikir ve sanat eseri olarak nitelendirilebilmesi için, mutlaka;

i) 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 2-5. maddelerinde belirlenen ilim ve edebiyat eserleri, musiki eserleri, güzel sanat eserleri ve sinema eserleri tanımlarından birini karşılaması;

ii) sahibinin hususiyetini taşıması

gerekmektedir. Fikir ve sanat eserleri tescil şartına bağlı olmaksızın, yaratılışlarından itibaren koruma altındadır.

13. Markalar, tasarımlar ve fikir ve sanat eserlerine uygulanan temel uluslararası anlaşmalar hangileridir?

Bu temel uluslararası anlaşmalar; Fikri Mülkiyet Haklarının Korunması Hakkındaki Paris Konvansiyonu (Paris Konvansiyonu), Dünya Ticaret Örgütü’nün Kuruluşu Hakkındaki Marakeş Anlaşması Ek 1C, Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIPS), Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Örgütünün Kuruluşu Hakkındaki Anlaşma, Fikir ve Sanat Eserlerinin Korunması Hakkındaki Bern Konvansiyonu ve Endüstriyel Tasarımların Uluslararası Tescili Hakkındaki Lahey Anlaşması’dır.

14. Marka, tasarım ve fikir ve sanat eseri korumasının her birinden aynı anda faydalanılması mümkün müdür?

Her bir fikri mülkiyet hakkından yararlanmak için gerekli olan bütün şartlar sağlandığı takdirde bu koruma mümkün olabilecektir. Dolayısıyla, bir işaret hem marka, hem tasarım hem de fikir ve sanat eseri olarak tescil edilebilir ve koruma altına alınabilir.

15. Fikri mülkiyet hukuku ihtilafları ile ilgili olarak hangi Mahkemeler görevlidir?

Türkiye’nin üç büyük şehri olan İstanbul, Ankara ve İzmir’de Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk ve Ceza İhtisas Mahkemeleri görevliyken, diğer şehirlerde fikri mülkiyet hakları ile ilgili meselelerin çözümünde Asliye Hukuk, Asliye Ticaret ve Asliye Ceza Mahkemeleri görevlidir.

Yayınlanma Tarihi: 01 Eylül 2017

1. Türkiye’deki hukuki altyapı taklit ürünlerle savaşmak için yeterli midir?

Evet, Türkiye fikri mülkiyet alanındaki – Dünya Ticaret Örgütü üyeleri arasında taklit ve korsanla mücadele alanında hukuki altyapı uyumunu sağlamayı amaçlayan TRIPs de dahil olmak üzere – hemen tüm uluslararası anlaşmaları imza etmiş ve bunlarla uyumlu hareket etmektedir.

Bugün itibariyle, Türkiye’nin 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu, telif haklarının korunmasına ilişkin 5846 sayılı yasası ve diğer ilgili yasaları gelişmiş yabancı ülke kanunları ile aynı seviyede koruma sağlamaktadır.

2. 2017 yılı başında yürürlüğe giren yeni Sınai Mülkiyet Kanunu, taklit ürünlerle savaş konusunda hangi düzenlemeleri içermekte, nasıl yenilikler getirmektedir?

Sınai Mülkiyet Kanunu başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek mal üreten veya hizmet sunan, satışa arz eden veya satan, ithal ya da ihraç eden, ticari amaçla satın alan, bulunduran, nakleden veya depolayan kişiler için bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası öngörmektedir.

Sınai Mülkiyet Kanunu ile sahte ürünlerin daha hızlı imhasını öngören “hızlı imha prosedürü” düzenlenmiştir. Yeni kanundaki bu önemli düzenlemeye göre suça konu eşyanın, zarara uğraması veya değerinde esaslı ölçüde kayıp meydana gelme tehlikesinin varlığı ya da muhafazasının ciddi külfet oluşturması hâlinde, bunların sahteliği bilirkişi incelemesi ile ortaya koyulduktan sonra, soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısının talebi üzerine hâkim, kovuşturma aşamasında da hükümden önce mahkeme tarafından imhasına karar verilebilir.

3. Türk Gümrüklerinde taklit ürünle mücadelede kullanılabilecek yöntemler nelerdir? 

Türkiye’de fikri mülkiyet hakkının korunması ile ilgili gümrük mevzuatı son derece etkilidir, hak sahipleri veya temsilcileri Gümrükler Genel Müdürlüğü’ne online yapacakları bir başvuru ile, taklit ürünlerin gümrüklerde durdurulmasını teminen fikri haklarını koruma altına alabilirler. Söz konusu koruma, ilgili fikri mülkiyet hakkının geçerlilik süresi de dikkate alınarak, en fazla bir sene için tanınmakta olup, hak geçerli oldukça gümrüklerde de yenileme mümkündür.

Tüm Türkiye gümrükleri nezdinde geçerli olan bu başvurular sayesinde, gümrük müdürlükleri sahte olması muhtemel bir ürünü tespit ettiklerinde 10 iş günlük geçici bir idari durdurma kararı alarak doğrudan hak sahibi veya temsilcisine bildirim gerçekleştirmektedir. Bu bildirim üzerine hak sahibi ve/veya temsilcisi ürünleri inceleyebilir ve sahteliğin teyidi üzerine kanunlar ile kendilerine tanınmış yasal yollara başvurarak malların gümrükten salıverilmesini mahkeme kararı ile engelleyebilirler.

Gümrük Kanunu’nun 57/6.maddesi “Kolaylaştırılmış İmha” düzenlemesini getirmektedir. Eğer taraflar arasında uzlaşma sağlanır ise, bu düzenlemeye göre taklit ürünler Gümrük Müdürlükleri tarafından herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın imha edilebilir.

4. Kaçakçılık suçu kapsamında ele geçirilen taklit ürünle mücadele nasıl gerçekleşmektedir?

Gümrükler Genel Müdürlüğü’ne yapılan başvurular, kaçakçılık suçuna konu ürünlerin satışını gerçekleştiren Tasfiye İşletme Müdürlüklerini de sorumluluk altına almaktadır. Bu kapsamda kaçakçılıktan el koyulmuş ürünlerin taklit olduğu yönünde şüphe varsa, Tasfiye İşletme Müdürlükleri tarafından ürünlerin satışının durdurulup, hak sahiplerine veya temsilcilerine bildirim yapılmalıdır. Bu çerçevede ürünlerin satışı yine hak sahibinin gerekli incelemeleri yapması ve hukuki süreçlerin başlatıldığına dair savcılık müzekkeresi veya mahkeme kararı getirilmesi için 10 iş günü süresince durdurulur.

5. Ceza davalarının taklitle mücadeledeki avantajları nelerdir? 

Ceza davalarının en temel avantajı marka sahibinin şikayeti üzerine seri şekilde el koyma kararı alınabilmesi ile bu süreçten sonra soruşturma ve kovuşturmanın Cumhuriyet savcıları ve hakimler tarafından re’sen gerçekleştirilmesidir. Ceza davaları yoluyla taklitle mücadele, hukuk davalarıyla kıyaslandığında, daha kısa sürede ve düşük maliyet ile sonlandırılabilmektedir.

Ayrıca, Sınai Mülkiyet Kanunu’nun marka suçuna ilişkin ceza hükümlerinde satıcıların, sahte malların kaynağını, yani üreticileri bildirmeleri ve ürünlerin kaynağında ele geçirilmesini sağlamaları durumunda cezalandırılmaktan kurtulmalarını sağlayan bir istisna hükmü de bulunmaktadır. Bu şekilde satıcılar aleyhine alınan aksiyon vasıtasıyla üreticilere/ithalatçılara ulaşılması mümkün olmuştur.

6. Sahte ürün sattığı tespit edilen bir işyeri ile ilgili olarak başvurulabilecek süreçler nelerdir?

Taklit ürün sattığı düşünülen bir işyeri tespit edildiğinde, arama ve el koyma kararının verilmesini sağlayacak derecede makul şüpheyi ortaya koyan deliller ile birlikte, yetkili Cumhuriyet Savcılığına şikayet dilekçesiyle başvurulur. Savcılık tarafından Mahkemeden arama ve el koyma kararı aldırıldıktan sonra kolluk kuvvetlerine bir müzekkere yazılarak talimat verilir ve çoğunlukla aynı gün içerisinde polis tarafından kararda belirtilen adreslerde arama ve el koyma işlemi yapılır.

7. Taklit ürün sattığı tespit edilen sanıklara verilen cezalar nelerdir?

SMK’ya göre, yargılama sonucunda taklit ürün ticareti yaptığı tespit edilen sanıklar hakkında 1-3 yıl hapis cezası ve/veya 2 milyon TL ye kadar para cezasına hükmolunabilir. Telif haklarına ilişkin suçlarda ise 2-4 yıl arası hapis cezasına hükmolunabilir.

Kasıtlı bir suç işlememiş ve aldığı ceza 2 yıldan az olan hükümlüler için CMK 231.maddesi hükmün açıklanmasının geri bırakılması düzenlemesini getirmiştir. Bu düzenlemeye göre yargılama sonucu hüküm giyen sanığın cezası 5 yıl boyunca bekletilmektedir. Bu süreç içinde sanığın kasıtlı herhangi bir suç işlemesi durumunda tekrar duruşma açılarak ceza açıklanmakta ve sanığın kanun yolu için süresi başlamaktadır. Herhangi bir suç işlemez ise dosya düşmekte ve sanık herhangi bir yaptırıma maruz kalmamaktadır. Bu hükmün uygulanması hakimin sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varması sonucunda mümkün olabilir.

Bunların yanında, ceza yargılamasının sonunda ihlale konu taklit ürünlerin müsaderesine / imhasına karar verilecektir.

8. İnternet üzerinden yapılan yetkisiz ticari faaliyetlerde neler yapılabilir?

Artık, taklit ürün ticareti yapanlar tüketiciye daha kolay ulaşabildikleri için faaliyetlerini online platformlara taşıdılar. Suç teşkil eden faaliyetlerin internet üzerinden gerçekleştirilmesi ile yetkililerin şüphelileri izlemesi ve genel anlamda soruşturma süreçleri zorlaşmış durumdadır.

Bununla birlikte, suçun internet üzerinden işlenmesi halinde de, gerekli tespitler gerçekleştirilebilirse, ceza yargılamasının normal yöntemleri ile sonuç almak mümkündür. Bu nedenle, bahsi geçen sitelerin sahiplerine veya şüpheli ürün hatlarına yönelik bir araştırma faaliyetinin yapılması çok önemlidir.

9. Taklit ürünle ilgili çalışmalarda her zaman avukat ve araştırmacılarla çalışmak gerekli midir? 

Evet, taklitle mücadele alanında Türkiye’de hukuki işlem tesis edecek kişilerin fikri mülkiyet konularına vakıf uzmanlaşmış avukat ve araştırmacılarla çalışması daha doğru sonuçlar verecektir. Bazı özellik arz eden (“cross-border” diye tabir edilen) konularda, ülke dışından araştırmacıların kullanılması da faydalı olabilir.

10. Taklitle mücadele alanında Türkiye’de en etkili kurum hangisidir?

Türk Polis Teşkilatı fikri mülkiyet alanında uzmanlaşmış çok etkin bir birime sahiptir. İlgili polis birimleriyle düzenli iletişim ve koordinasyon Türkiye’de taklitle mücadelede en önemli faktördür.

Aboneliğinizi Yönetin

Güncel hukuki görüşlerimiz ve etkinliklerimiz hakkında özelleştirilmiş bilgilendirme için abone olun.