Kamuoyunda Kemal Sunal davası olarak da bilinen telif hukuku uyuşmazlığı, uzun yıllar süren çeşitli aşamalardan geçerek Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararı ile nihai sonuca bağlandı.[1]
Kemal Sunal’ın mirasçıları tarafından yürütülen davada uyuşmazlık; (i) 12.06.1995 tarihinden önce meydana getirilen dava konusu sinema eserlerinin başrol oyuncusu Kemal Sunal ile eserlerin yapımcısı arasında akdedilen sözleşmeler aracılığıyla Kemal Sunal’ın 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (“FSEK”) md. 80 kapsamında icracı sanatçı sıfatıyla elde ettiği mali hakların devredildiğinin kabul edilip edilemeyeceği ve (ii) Kemal Sunal’ın mirasçıları olan davacıların, dava konusu sinema eserlerinin sinema salonu dışındaki gösterimleri nedeniyle FSEK md. 80 kapsamında komşu/bağlantılı hak sahipliğine dayalı olarak tazminat talebinde bulunup bulunamayacakları noktasında toplanmaktaydı.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu söz konusu karara konu uyuşmazlığı; FSEK’te 4110 ve 4630 sayılı Kanunlar ile yapılan değişiklikleri inceleyerek değerlendirmiştir. Kurul kararında özetle; (i) icracı sanatçıların 12.06.1995 öncesi vücuda getirilen eserlerdeki icraları için FSEK md. 80/I-1-A tanınan bağlantılı hakların tamamından yararlanacaklarını ve ilgili koruma süresinin icranın ilk tespitinden itibaren yetmiş yıl olacağını, (ii) FSEK’in ek md. 2/III. hükmü gereğince koruma altına alınan icracı sanatçıya ait bu hakların, ancak hak sahibi icracı sanatçının / mirasçılarının izni ile kullanılabileceğini, (iii) söz konusu iznin verilmesi bağlamında FSEK’in 48 ilâ 65. madde hükümlerinin niteliğine uygun düştüğü ölçüde bağlantılı haklara da kıyasen uygulanacağını, (iv) FSEK md. 52. gereğince mali haklara dair sözleşme ve tasarrufların yazılı olmasının ve sözleşmeye konu mali hakların ayrı ayrı gösterilmesinin zorunlu olduğunu, (iv) 4110 sayılı ve 4630 sayılı Kanunlar ile yapılan değişiklikler öncesinde bir eser üzerinde henüz sahip olunmayan mali hakların devrini içeren bir sözleşme yapılmış ise sözleşmenin yapıldığı tarih itibariyle icracı sanatçılara tanınmamış olan mali hakların devrinin geçersiz olacağını, bu yetkilerden önceden feragati yahut bunların önceden devrini içeren sözleşmelerin batıl olacağını belirtmiştir.
Kurul bu tespitleri somut olaya uyguladığında; (i) Kemal Sunal ile yapımcı arasında akdedilen sözleşmelerin, Kemal Sunal’ın icracı sanatçı sıfatıyla sahibi olduğu FSEK md. 80/I-1-A’da sayılan mali haklarını devir sonucunu doğuran bir sözleşme niteliğinde olmadığını zira sözleşmelerin yapıldıkları tarihlerde mevcut olmayan komşu hakların devrine ilişkin FSEK md. 52. uyarınca ayrı ayrı gösterildiği yazılı bir sözleşme olmadığı gibi böyle bir sözleşmenin mevcudiyetinin kabulü hâlinde dahi bu sözleşmenin FSEK’in md. 51 gereğince geçersiz olacağını, (ii) Kemal Sunal’ın o dönemde mevcut olmayan komşu hak sahipliğine dayalı mali haklarını yapımcıya devrettiğinin söylenemeyeceğini, (iii) ayrıca Kemal Sunal’a ödenen bedel karşılığında dava konusu sinema eserleri üzerinde yapım tarihlerinde mevcut olmayan komşu hakların yapımcıya devredildiğine dair kabulün hakkaniyete de uygun olmayacağına kanaat getirmiştir.
Kurul sonuç olarak, dava konusu kullanımlar nedeniyle davacıların FSEK md. 80 kapsamında tazminat talep hakları olduğu kanaatiyle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararını usul ve yasaya uygun bulmuştur.
Kurulun söz konusu kararı, 12.06.1995 tarihinden önceki eserler bakımından icracı sanatçıların bağlantılı hak sahipliğinden kaynaklanan haklarının koruma süresine, kapsamına ve eser sahibinin haklarıyla ilişkisine dair oldukça açıklayıcı tespitler içermektedir. Ayrıca karar, FSEK md. 51 hükmünün anlamlandırılması açısından da önem arz etmektedir. Bunlarla birlikte karar, daha önce Türkiye'de Sinema Eserlerinin Korunması yazımızda da işaret etmiş olduğumuz üzere 12.06.1995 tarihinden önceki sinema eseri sahipliği ve sinema eserlerinin koruma süresi hakkındaki belirsizliklerin giderilmesi bakımından da önemlidir. Bu açılardan kararın 12.06.1995 tarihinden önceki sinema eserleri üzerindeki eser sahipliği ve bağlantılı hak sahipliğine ilişkin hususlara olduğu kadar hak devirlerinin hukuka uygunluğuna ilişkin de pek çok noktaya ışık tutacağı değerlendirilmektedir.