Türk yargı tarihine baktığımız zaman Yargıtay esasen farklı isimlerle ve farklı yetkilerle 1868 yılından beri mevcudiyetini koruyan bir müessesedir ve adli yargı sistemimizin yüksek mahkemesi niteliğindedir. Yargıtay’ın bugün bildiğimiz konumunu ve görevini alması ise tam olarak bölge adliye mahkemelerinin kurulması ve böylelikle üçlü yargı sistemine geçişle birlikte olmuştur.
Bölge adliye mahkemeleri kurulmadan önceki dönemde Yargıtay, ikili yargı sistemin gerektirdiği üzere, uyuşmazlığın esasına girerek yerindelik denetimini de yerine getiriyor olsa da, bölge adliye mahkemelerinin çalışmaya başladığı 2016 yılını takip eden bu yeni dönemde Yargıtay’ın temel görevi içtihat mahkemesi olma niteliğidir.
Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlayışı 2016 yılını bulsa da, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un meydana getirilmesindeki temel gerekçe de aslında ikili yargı sisteminden üçlü yargı sistemine geçerek, Yargıtay’ın içtihat mahkemesi olma niteliğini korumasına hizmet etme amacını açıkça ortaya koymaktadır ve bunu şu şekilde ifade etmektedir: “Adli yargı ilk derece mahkemelerince verilen kararlar, bölge adliye mahkemelerince ispat ve hukuka uygunluk yönlerinden ve Yargıtay’ca sadece hukuka uygunluk bakımından incelenmelidir. Yargıtay, bir içtihat mahkemesi olarak işlevini sürdürmelidir”.
Ancak son dönemde özellikle Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin marka hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda verdiği birtakım bozma kararlarında, Yargıtay’ın yüksek mahkeme ya da içtihat mahkemesi olma niteliğine uygun düşmeyen, Daire’nin adeta bir alt derece mahkemesi yerine geçerek vakıa denetimi yaptığını ve hüküm verdiğini görmekteyiz.
Grafik 1 Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemeleri Dosya Sayısı, TÜRKİYE, 2012-2019
Kaynak: Adli İstatistikler 2019, T.C. Adalet Bakanlığı
Bu bağlamda Daire’nin son bir iki sene zarfında birçok uyuşmazlıkta markaların benzerliği, mal ve hizmetlerin benzerliği, ilgili tüketici kitlesi, markaların tanınmışlığı, önceki markanın tanınmışlığı sebebiyle haksız yarar sağlama ve ayırt edicilik ile itibarı zedeleme, kötü niyetle marka tescili, markaların tescil kabiliyeti gibi esasa ilişkin konularda, yargılama sürecinde uzman heyetlerden alınan bilirkişi raporlarındaki tespitleri, ihtisas mahkemesi niteliğinde olan ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri tarafından yapılan değerlendirmeleri bir yana bırakarak, kendi değerlendirmesini yaptığını gözlemliyoruz.
Oysa ilgili yasal düzenlemeler ve sistemin amacı gereği, Yargıtay’ın yapacağı temyiz incelemesi hukukilik incelemesi ile sınırlı olup, kanaatimizce davaya konu taraf markalarının benzer olup olmadığının değerlendirilmesi, davaya konu markanın tanınmış olup olmadığının takdir edilmesi, davaya konu markaların kapsadığı mal ve hizmetlerin benzer olup olmadığının değerlendirilmesi gibi teknik hususlar, kanunen Yargıtay’a verilen yetkinin ve hukukilik denetiminin kapsamında olmamalıdır.
Günümüzde uygulanan üç aşamalı yargı sistemine göre istinafta, hüküm kurmaya yönelik gerekli hukuki imkânlar bölge adliye mahkemelerine sunulduğu için, bölge adliye mahkemeleri esasa ilişkin yeniden bir yargılama yapıp hüküm verebilecekken, temyizde böyle bir imkânın bulunmadığı düşüncesindeyiz. Nitekim doktrinde de kabul gördüğü üzere temyiz incelemesinde, alt derece mahkemelerinin uyuşmazlık hakkında verdiği kararın sadece hukuka uygunluk denetimi yapılacağı; bizzat alt derece mahkemelerinin yerine geçilerek, onlar adına bir inceleme yapılarak ve ihtisas mahkemelerinin takdir hakkını ortadan kaldırarak bozma kararı verilemeyeceği görüşüne katılmaktayız.
Yargıtay’ın bu çerçevede bir incelemeye girişmesinin, istinaf başvurusu yapılması halinde ilk derece mahkemelerinin kararlarının yerindelik ve hukukilik denetimini yapmaya, maddi vakıaları ve delilleri tekrar inceleyerek yeni bir karar tesis etmeye yetkili olan bölge adliye mahkemelerinin yetki ve görevini ortadan kaldırdığı ya da etkisiz hale getirdiğini değerlendirmekteyiz. Oysa bölge adliye mahkemelerinin kuruluşunun ve istinaf kanun yolunun getirilmesinin bir sebep ve sonucu da, Kanun’un gerekçesindeki “Yargıtay’ın içtihat mahkemesi olma niteliğinin korunması, yargılamanın güvenli ve hızla sonuçlandırılması bakımından istinaf kanun yolu incelemesini yapmak üzere bölge adliye mahkemelerinin kurulmasının bir ihtiyaç hâline geldiği görülmektedir.” ifadesinden hareketle, Yargıtay’ın maddi hukuk incelemesini bir kenara bırakarak, hukukilik denetimi yapması ve içtihat birliğini sağlamaya odaklanabilmesidir.
Dolayısıyla hem üç aşamalı yargı sistemine geçiş nedenlerimiz, hem yasa hükmü, hem de bizzat Yargıtay’ın vermiş olduğu bazı kararlar, Yargıtay’ın işin esasına inmekle yükümlü olmadığını ve yalnızca hukukilik incelemesiyle yetinmesi gerektiği açıklığa kavuşturmaktadır. Şayet hukukilik denetimi, işin esasının da incelenmesi olarak algılanacaksa, bir diğer deyişle, Yargıtay tarafından hukukilik denetimi kapsamında vakıalara da odaklanılacaksa ve Yargıtay esasa ilişkin hatalı bir karar verildiği düşüncesindeyse, kanaatimizce bu durumda yapılması gereken, alt derece mahkemelerinin hangi hukuk kuralını ne şekilde yanlış uyguladığını ve aslında ne şekilde uygulaması gerektiğini belli bir ölçüde ortaya koyan ve hâkimin takdir yetkisi ortadan kaldırmayan şekilde bozma kararları verilmesidir. Aksi durumda, Yargıtay’ın işin esasına ilişkin değerlendirmeyi de kendisi yaptığı hallerde, bozma kararı üzerine dosya tekrar önüne gelen alt derece mahkemesinin yapacağı yeniden yargılama esnasında hâkime hiçbir takdir alanı kalmamaktadır.
Öte yandan, düşüncemize göre, şayet sistemimizde Yargıtay’ın işin esasına girerek bir karar vermesi öngörülseydi, Yargıtay’ın doğrudan alt derece mahkemelerinin yerinde olmayan kararlarını kaldırıp yerine kendisinin hüküm tesis ettiği ve tekrar yargılama yapması için alt derece mahkemelerine geri göndermesine gerek kalmadığı bir sistemin benimsenmesi daha doğru olurdu. Ancak sistemimizde bozma kararı sonrasında dosya tekrar alt derece mahkemesine gönderilmektedir ve alt derece mahkemesinin bozma kararı çerçevesinde –eğer bozma kararını yerinde görüyorsa- yeniden kendisinin bir yargılama yürütmesi öngörülmektedir.
Yargıtay’ın işin esasına da girdiği ve hukukilik incelemesini aşar nitelikte inceleme yaptığı hallerde, önüne gelen uyuşmazlık hakkında dilekçeleri incelemiş, delilleri toplamış, tarafları dinlemiş, tahkikatı yürütmüş, gerekli teknik ve hukuki değerlendirmeyi yapmış ve ihtisası doğrultusunda bir sonuca varmış olan alt derece mahkemelerinin hâkimlerinin, aylar ve hatta belki yıllar boyunca yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme bir anda işlevsiz hale geleceği gibi, üçlü sisteme geçişin temel nedenlerinden olan Yargıtay’ın iş yükü de amaçlandığı gibi azalmayacak, aksine artacaktır ve Yargıtay’ın içtihat mahkemesi olma niteliği yeniden sekteye uğrayacaktır.
Grafik 2 Yargıtay Hukuk Daireleri ve Genel Kurulu Dosya Sayısı, TÜRKİYE, 2012-2019
Kaynak: Adli İstatistikler 2019, T.C. Adalet Bakanlığı