Schengen Vizesine Dair Yasal Düzenlemeler ve Güncel Sorunlara İlişkin Değerlendirmeler

Avrupa Birliği’nin ortak vize politikası, Vizelere İlişkin Topluluk Kanunu Oluşturan 13 Temmuz 2009 tarih ve (AT) 810/2009 sayılı Avrupa Parlamentosu ve Konsey Tüzüğüne (“Vize Kanunu”) dayanmakta olup bu kanun kısa süreli (üç aya kadar) konaklama ve havaalanı transit geçişleri için verilen vizelere ilişkin usul ve koşulları düzenlemektedir. Vize Kanunu, Avrupa Topluluğunu kuran Antlaşma uyarınca, bütünüyle bağlayıcı ve üye devletlerde doğrudan uygulanabilir niteliktedir. AB üyesi olmayan İsviçre, İzlanda, Norveç ve Lihtenştayn da Schengen bölgesine dahildir.

Türkiye, (AT) 539/2001 sayılı Konsey Tüzüğünde Schengen ülkelerine kısa süreli seyahatlerde vizeye tabi tutulan ülkeler arasında sayılmıştır ve bilindiği üzere, Türk vatandaşlarının halen seyahatlerinden önce Schengen vizesi almaları gerekmektedir.

Ülkemizdeki basın ve yayın kuruluşları tarafından, 2023 yılında Türkiye’den yapılan Schengen vizesi başvurularının reddedilme oranının önceki yıllara kıyasen iki katına çıktığı, özellikle de son dönemlerde ret oranlarının her geçen gün artmakta olduğu ifade edilmektedir. Başvuruları reddedilenler arasında belgeleri eksiksiz olan vatandaşların ve iş insanlarının da bulunması bu sorunun her geçen gün büyümekte olduğunu göstermektedir. Bu gelişmeleri takiben Almanya’nın, Haziran ayında vize başvurularına dair itiraz sürecini “pilot proje” kapsamında altı ay boyunca askıya aldığını bildirmiş olması da Schengen vizesinde yaşanan sorunlara bir yenisini daha eklemiştir.

Vize başvurularının hangi durumlarda reddedileceği Kanunun 32. maddesinde detaylıca düzenlenmiştir. Bunlar arasında istenen belgelerin eksik veya gerçeğe aykırı şekilde sunulmuş olması, kamu düzeni, iç güvenlik veya kamu sağlığı için tehdit oluşturma gibi unsurlar yer almaktadır. Ancak günümüzde yaşanan sorunlar karşısında, ret gerekçelerinin farklı sebeplerden de kaynaklanmakta olabileceği iddia edilmektedir.

Bir yandan, mülteci kökenli Türk vatandaşlarının sayısının ve Türkiye’den gelen sığınma taleplerinin artması gibi siyasi ve ekonomik altyapılı iddialar varken, diğer yandan da konsolosluklarda çalışan insan sayısının pandemi nedeniyle azalması ve pandemi sonrasında da yeterince çalışan istihdam edilmemiş olması nedeniyle başvuruların süresinde değerlendirilemediği ve bu nedenle reddedilmekte olduğu ifade edilmektedir.

Almanya Dışişleri Bakanlığı tarafından itiraz sürecinin askıya alınmasına dair yapılan açıklamada da vize başvurularını değerlendirecek ek kapasite yaratabilmek ve bekleme sürelerini kısaltabilmek amacıyla bu pilot uygulamaya geçildiğinin bildirilmesi, konsolosluklarda yeterli çalışan bulunmaması nedeniyle randevu alınamaması ve başvuruların incelenmesinde gecikme yaşanması nedeniyle vize alınamaması gibi şikayetlerin haklı olabileceğini düşündürmektedir.

Belirtmek gerekir ki, Vize Kanununda belirtilen temel prensipler uyarınca, üye devletler, halka sunulan hizmetin kalitesinin yüksek standartta olmasını ve iyi idari uygulamaları izlemesini sağlamalı, vize başvuru sürecini olabildiğince kolaylaştırmak için uygun sayıda eğitimli personel ve yeterli kaynak tahsis etmeli ve tüm başvuru sahiplerine "tek durak" ilkesinin uygulanmasını sağlamalıdır.

Ayrıca Kanunun 23. maddesine göre, kural olarak vize başvurularının 15 takvim günü içerisinde karara bağlanması gerekmektedir. Bazı durumlarda, özellikle ek inceleme gerektiren münferit durumlarda, bu sürenin 30 takvim gününe kadar uzatılabileceği ve ancak istisnai durumlarda ek belgelere ihtiyaç duyulması halinde en fazla 60 takvim günü içerisinde başvurunun karara bağlanması gerektiği hüküm altına alınmıştır.

Görüldüğü üzere, hem uygun sayıda personel ve yeterli kaynak temin etme görevi hem de başvuruları süresi içerisinde değerlendirip karara bağlama görevi üye devletlerdedir. Bu nedenle de itiraz sürecinin askıya alınması gibi uygulamalara başvurmak yerine, Türkiye’den yoğun şekilde başvuru yapılan Almanya gibi ülkelerin konsolosluklardaki çalışan sayısının arttırılmasının randevu alınması ve başvuruların incelenmesi sürecinde kolaylık sağlayacağı ve böylelikle gecikmeden/yoğunluktan kaynaklı ret oranlarının azalmasında etkili olacağı değerlendirilmektedir.

Başvurunun reddedilmesi halinde, başvuru sahibinin bu ret kararına karşı itiraz etme hakkı bulunduğu da Kanunun 32. maddesinde düzenlenmektedir. Buna göre itirazlar, başvuruyla ilgili nihai kararı veren üye devlete karşı ve o üye devletin ulusal hukukuna uygun olarak yürütülecektir. Üye devletler, başvuru sahiplerine, bir itiraz durumunda izlenecek prosedür hakkında bilgi sağlamalıdır.

İtiraz süreci ilgili üye devletin ulusal hukukuna göre değişiklik göstermekte olduğundan, başvuru sahibi itiraz süresini ve ilgili prosedürü kendisine tebliğ edilecek olan ret mektubu aracılığıyla öğrenilebilecektir. İtiraz mektubunda ret kararının neden yanlış olduğuna dair itiraz sebeplerine yer verilmesi gerekmekte olup asıl başvuruda sunulmamış ya da sunulması unutulmuş olan materyallerin daha sonra itiraz ile sunulması mümkün değildir.

Almanya’da itiraz sürecine ilişkin kurallar Verwaltungsgerichtsordnung (İdari Mahkeme Yönetmeliği) uyarınca düzenlenmiş olup buna göre başvuru sahibi, ret mektubunun tebliğinden itibaren bir ay içerisinde itiraz dilekçesi sunabilmekte ve bu itirazın da reddi halinde Berlin İdare Mahkemesi’ne başvurabilmektedir.

Her ne kadar Almanya Dışişleri Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada itiraz sürecinin "gönüllü olarak tanınan bir hak arama yolu olduğu" ifade edilmiş ise de, Türkiye’de bulunan AB üye ülke elçilik ve konsoloslukları Vize Kanununu uygulamakla yükümlü olduğundan,  Kanunda itiraz hakkı tanınmış olduğundan ve itiraz süreci Almanya’nın ilgili mevzuatında da düzenlenmiş olduğundan, başvuru sahiplerinin itiraz hakkının bu şekilde kaldırılmış olması evrensel bir hukuk ilkesi olan hak arama özgürlüğü ile bağdaşmamaktadır ve keyfiyete dönüşen bir uygulamaya sebebiyet verebilecektir.

Sonuç olarak, bu süreçte yaşanan mağduriyetlerin ortadan kaldırılması için,  Türkiye’nin yıllardır Avrupa Birliği üyeliği için aday bir ülke olduğu da göz önünde bulundurularak, hem Türkiye hem de Avrupa Birliği tarafından gerekli adımların atılması ve ortak bir çalışma yapılması gerektiği açıktır. Aksi takdirde, hem vatandaşların ve iş insanlarının mağduriyeti artacak hem de ülkeler arasındaki siyasi ve ekonomik ilişki ve işbirliklerinin zarar görmesi de söz konusu olabilecektir.

EGİAD Yarın Dergisi bu içeriği 06 Ekim 2023 tarihinde yayınlamıştır.


Aboneliğinizi Yönetin

Güncel hukuki görüşlerimiz ve etkinliklerimiz hakkında özelleştirilmiş bilgilendirme için abone olun.