Yapay zeka, hayatımızın her alanına etki ederek pek çok sektörde olduğu gibi ilaç endüstrisinde de devrimsel etkiler yaratmaktadır. DeepMind'ın AlphaGo başarısından Tempus'un kanser tedavisindeki kişiselleştirilmiş yaklaşımlarına kadar yapay zekanın sağladığı yenilikler, yalnızca bilimsel başarılardan ibaret değil; aynı zamanda operasyonel verimlilik, maliyet düşüşü ve risk azaltma gibi geniş çaplı avantajlar sunmaktadır. Ancak bu teknolojik sıçrayış, ilaç endüstrisinin geleneksel süreçlerine ve patent sistemine dair kritik soruları da beraberinde getirmektedir.
Tufts İlaç Geliştirme Araştırma Merkezi’nin verilerine göre, bir ilacın geliştirilip piyasaya sürülmesi yaklaşık 10 yıl sürmekte ve 2,558 milyar dolarlık bir maliyeti bulmaktadır. Özellikle klinik çalışmalar bu maliyetin büyük kısmını oluşturmakta, başarı oranı ise %10’un altında seyretmektedir. Bu zorluklar, ilaç endüstrisinin daha sürdürülebilir ve hızlı çözümler aramasına neden olmaktadır.
Geleneksel yöntemlerle aylar süren yeni bileşiklerin keşfi ve molekül tasarımı, yapay zeka algoritmaları sayesinde haftalara indirilebilmekte; klinik deneme süreçleri %20 oranında daha kısa sürede ve daha düşük maliyetle tamamlanmaktadır. Örneğin, BenevolentAI, COVID-19 tedavisinde Baricitinib gibi bir ilacın hızlı keşfinde yapay zeka platformlarından faydalanarak bu potansiyeli göstermiştir. Yapay zekanın ilaç endüstrine katkılarının sadece maliyet ve zaman kazanımı ile de sınırlı olmadığının altı çizilmelidir. Zira yapay zeka, tedavi sürecinin özelleştirilmesi, yan etkilerin tespiti ve hasta verilerinin analizi gibi alanlarda da büyük bir dönüşüm sağlamaktadır. IBM Healthcare'in klinik araştırma eşleştirmelerinde yapay zeka kullanımı, buna güzel bir örnek teşkil etmektedir.
İlaç endüstrisinde yapay zeka kullanımının artışı, patent koruması ve hukuki zemin açısından da yeni tartışmaları gündeme getirmektedir. Zira 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (“SMK”), bilgisayar programlarının patentlenebilir olmadığını düzenlese de yapay zeka destekli buluşların bu kapsamda nasıl değerlendirileceği konusunda SMK da bir düzenleme yer almamaktadır.
Öte yandan Türkiye, 2000 yılından bu yana Avrupa Patent Konvansiyonuna taraf bir ülke olduğu için, Avrupa Patent Ofisi’nin yapay zeka destekli ilaç buluşlarının patentlenebilirliği ile ilgili tutumu Türkiye için bağlayıcı olmuştur. Zira Konvansiyona üye olma şartlarından biri olarak Türkiye, Avrupa Patent Ofisi tarafından tesciline karar verilen Avrupa Patentlerinin Türkiye’de tescil edilmiş bir ulusal patent hükmünde olduğunu kabul ve taahhüt etmektedir.
Avrupa Patent Ofisi, yapay zeka destekli buluşların patentlenebilirliğini değerlendirirken konvansiyonel kriterlere sadık kalmaktadır. Örneğin, Problem-Çözüm yaklaşımı kullanılarak, bir yapay zeka buluşunun yenilikçi olup olmadığı ve teknikte uzman biri için aşikar olmadığı değerlendirilmektedir. Ancak problem-çözüm yaklaşımının yapay zeka ve yapay zeka destekli ilaç geliştirme süreçlerinde ortaya çıkan buluşların patentlenebilirilği açısından her zaman uygulanabilecek olup olmadığı tartışmalara gebedir.
Yapay zeka, ilaç endüstrisinde maliyet, hız ve verimlilik açısından çığır açıcı bir rol üstlenmiştir. Ancak bu dönüşüm, geleneksel patent sisteminin yeniden yorumlanmasını ve teknolojinin etik ve hukuki sınırlarının daha net çizilmesini gerektirmektedir. İlaç endüstrisinin, yapay zekanın sunduğu avantajları benimserken insan uzmanlığını merkezde tutması, gelecekteki başarının anahtarı olacaktır. Bu dengeyi kurabilen bir endüstri, yalnızca hastalar için daha etkili tedavilere değil, aynı zamanda küresel sağlık sistemine yönelik sürdürülebilir çözümlere de öncülük edecektir.