İhlal Davalarında Sessiz Kalma Yoluyla Hak Kaybı
Türk hukukunda, sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesi; 6769 sayılı SMK yürürlüğe girinceye kadar pozitif bir hukuk kuralı olarak düzenlenmemekteydi. Ancak Yargıtay tarafından, somut olayın özellikleri, Türk Medeni Kanunu (“TMK”) madde 2’de düzenlenen genel dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı kapsamında değerlendirilerek uygulanmaya başlanmış ve sonrasında da yerleşik içtihat haline gelmişti.
Yargıtay’ın bu dönemde marka hakkını ihlal davalarında verdiği kararlar incelendiğinde sessiz kalma yoluyla hak kaybının, dürüstlük kuralı uyarınca ve hakkın kötüye kullanılması yasağı kapsamında öncelik hakkı sahibinin sonraki tescil veya kullanımdan haberdar olduktan sonra izlediği yol ve sergilediği tavrın, ihlal eden tarafın marka üzerindeki yatırımlarının yoğunluğunun, markayı ilgili sektörde tanıtmaya yönelik tanıtım faaliyetlerinin ağırlığının ve önceki hak sahibinin ihlalden ne kadar sürede haberdar olmasının beklenebileceği gibi hususların değerlendirildiği görülmektedir. Yargıtay, marka hakkını ihlal davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı için kesin bir süre belirlemenin de mümkün olmadığı görüşündedir.
SMK’nın yürürlüğe girmesi ile birlikte madde 25/6 kapsamında sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesi marka hükümsüzlük davaları bakımından açık bir kural haline gelmiş olup bu hüküm; marka sahibinin sonraki tarihli bir markanın kullanımını bildiği veya bilmesi gerektiği halde bu kullanıma aralıksız beş yıl boyunca sessiz kaldığı durumda, anılan marka tescili kötü niyetli olmadığı sürece hükümsüzlüğünü talep edemeyeceğini düzenlemektedir.
SMK’nın ilgili hükmü yalnızca marka hükümsüzlük davalarına ilişkin olsa da; öğretide, kanunun yürürlüğe girmesinden önceki dönemde olduğu gibi sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin marka hakkını ihlal davaları bakımından da uygulanmasının mümkün olduğu kabul edilmektedir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı süresinin ne olacağına ilişkin ise öğretide yer alan bir görüşe göre; marka ihlal davalarında açık bir düzenleme ve süreye ilişkin kesin bir kural bulunmadığı için, sessiz kalma süresi somut olayın özelliklerine göre, 5 yıldan az olabileceği gibi fazla da olabilir. Diğer bir görüşe göre ise sessiz kalma süresinin her somut olaya göre belirlenmesi gerekmekle birlikte bu sürenin marka hakkını ihlal davaları bakımından da her halükarda hükümsüzlük davalarında öngörülen 5 yıldan az olmaması gerekmektedir.
Yukarıdaki gelişmeler ve SMK’nın yürürlüğe girmesiyle marka hakkını ihlal davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı süresinin Yargıtay tarafından ne şekilde ele alınacağı konusu önemli hale gelmiştir. Yargıtay’ın SMK’nın yürürlüğe girmesinden sonraki dönemde SMK’nın uygulanması suretiyle bu konuda vermiş olduğu bir karar bulunmamaktadır. Bu nedenle Yargıtay’ın SMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra açılan davalara ilişkin uygulamaya nasıl yön vereceği henüz bilinmemektedir.
Sessiz kalma ilkesi ile korunmak istenen hukuki menfaat dikkate alındığında; kanaatimizce, Yargıtay’ın marka hakkını ihlal davalarında, sessiz kalma süresinin dürüstlük kuralı ışığında somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmesine ilişkin önceki uygulamasını değiştirecek yeni bir durum bulunmamaktadır. Hükümsüzlük davaları için aranan 5 yıllık sürenin, marka hakkını ihlal davaları bakımından kesin bir süre olarak kabul edilmemesi gerektiği, sessiz kalma yoluyla hak kaybı için gereken sürenin 5 yıldan fazla olabileceği gibi az da olabileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenle marka hakkı sahiplerine, özellikle ihlalden haberdar oldukları ve sessiz kalma halinin kolayca ileri sürülebileceği ve kanıtlanabileceği durumlarda, hak ihlalinde bulunduğu iddia edilen kişilere karşı uzun süre sessiz kalmamalarını önerilmektedir.