5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (“FSEK”) uyarınca, eser sahibi, eseri meydana getiren kişi olarak tanımlanmakta olup work made for hire (“ücret karşılığı yapılan eser”) kuralı Türk hukukunda geçerli değildir. Eseri yaratan hak sahibi (sahipleri), eserin yaratılması ile birlikte eser üzerindeki mali ve manevi hakların münhasıran sahibi olmaktadır.
Eser sahibinin, eser üzerindeki manevi haklarının devri mümkün olmamakla birlikte; mali haklarının (ve ayrıca manevi hakları kullanma yetkisinin) devri mümkündür. FSEK kapsamında, eser üzerindeki hakların devri konusu oldukça katı şekil şartlarına tabii olarak düzenlenmiştir. Buna göre; eser sahipliğinden doğan haklar üzerindeki tasarruf işlemlerinin eser meydana getirildikten sonra yazılı olarak yapılması ve hangi hakların hangi koşullar ile tasarrufa konu olduğunun açık bir şekilde belirtilmesi gerekmektedir.
FSEK madde 48 hükmü uyarınca henüz meydana getirilmemiş veya tamamlanmamış eserler üzerindeki hakların devrine ilişkin sözleşmeler batıl ve geçersiz sayılacaktır. Bununla birlikte FSEK’in 50. maddesi uyarınca; eser henüz yaratılmamış olsa bile; eser vücuda getirildiğinde sözleşmede belirlenen tarafa devredilebileceği yönündeki taahhütte bulunulabilir. Ancak eser haklarının devri için, eser meydana getirildikten sonra, ayrıca bir devir senedi düzenlenmesi gerekmektedir.
Bu şekil şartları sebebiyle uygulamada yaşanan sorunlar nedeniyle; Yargıtay’ın ileride meydana getirilecek eserler üzerindeki hakların devrine veya lisans verilmesine ilişkin sözleşmeleri geçeriz saymak yerine bu sözleşmeleri eser sahibinin devir yönünde taahhüdü olarak kabul ettiği gözlemlenmektedir.
Buna ilave olarak ve iki aşamalı sözleşme yapma sürecinin yarattığı güçlük nedeniyle de, ikinci aşamadaki tasarruf sözleşmesinin yapılmadığı durumlarda dahi; eğer eser taahhüt edildiği üzere meydana getirilmiş ve tamamlanmış, taraflar taahhütlerine uygun olarak diğer borçlarını ifa etmişlerse eser sahipliğinden doğan hakların da geçerli olarak devredildiğini kabul etmektedir.
Dolayısıyla, FSEK’in şekilci bakış açısının uygulama ile bir ölçüde esnetilebildiği gözlemlenmektedir. Bu kapsamda, eser sahibi, taahhüdüne rağmen, eser meydana getirildikten sonra ikinci sözleşmeyi düzenlemeyi reddederse, Yargıtay’ın anılan kararları uyarınca eğer eser sahibi üzerinde anlaşılan ödemeyi almış ve taahhütlerini tamamlamışsa ilk sözleşmenin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği ve eser sahibinin haklarının geçerli bir şekilde devredilmiş sayılacağı sonucuna varılabilecektir.
Ancak en emin hukuki yol, FSEK’in tarif ettiği üzere; 2 aşamalı borçlandırıcı sözleşme işlemi ve tasarruf işleminin gerçekleştirilmesi olacaktır.