Bölge adliye mahkemeleri kurulmadan önceki dönemde, Türk yargı sisteminin yüksek mahkemesi niteliğinde olan Yargıtay, ikili yargı sistemin gerektirdiği üzere, uyuşmazlığın esasına girerek yerindelik denetimini de yerine getiriyor olsa da, bölge adliye mahkemelerinin çalışmaya başladığı 2016’yı takip eden bu yeni dönemde Yargıtay’ın temel görevi içtihat mahkemesi olma niteliğidir.
Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlayışı 2016 yılını bulsa da, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un meydana getirilmesindeki temel gerekçe de aslında ikili yargı sisteminden üçlü yargı sistemine geçiş yapılarak, Yargıtay’ın içtihat mahkemesi olma niteliğini korumasına hizmet etme amacını açıkça ortaya koymaktadır ve bunu şu şekilde ifade etmektedir: “Adli yargı ilk derece mahkemelerince verilen kararlar, bölge adliye mahkemelerince ispat ve hukuka uygunluk yönlerinden ve Yargıtay’ca sadece hukuka uygunluk bakımından incelenmelidir. Yargıtay, bir içtihat mahkemesi olarak işlevini sürdürmelidir”.
Bununla birlikte, 2018 – 2019 boyunca Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin marka hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda verdiği birtakım bozma kararlarında, Yargıtay’ın yüksek mahkeme ya da içtihat mahkemesi olma niteliğine uygun düşmeyen, Daire’nin adeta bir alt derece mahkemesi yerine geçerek vakıa denetimi yaptığı ve hüküm verdiği kararlar gözlemlenmiştir.
Bu bağlamda Daire’nin, 2018 – 2019 zarfında, markaların benzerliği, mal ve hizmetlerin benzerliği, ilgili tüketici kitlesi, markaların tanınmışlığı, önceki markanın tanınmışlığı sebebiyle haksız yarar sağlama ve ayırt edicilik ile itibar zedeleme, kötü niyetle marka tescili, markaların tescil kabiliyeti gibi esasa ilişkin birçok uyuşmazlıkta, yargılama sürecinde bilirkişi heyetlerinden alınan bilirkişi raporlarındaki tespitleri, ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri tarafından yapılan değerlendirmeleri tamamen göz ardı ederek ve bir yana bırakarak, kendi değerlendirmesini yaptığı görülmüştür.
Ancak 2019 yılı sonu itibariyle, Daire, içtihat mahkemesi şeklinde hareket ederek kendinden beklenen yaklaşımı sergilemiştir ve alt derece mahkemelerine hukuku doğru uygulamaları yolunda rehberlik eden dikkat çekici kararlar vermiştir.
Örneğin 16.12.2019 tarihli bir kararında 11. Hukuk Dairesi, internet sitesi üzerinden gerçekleştirilen marka tecavüzü ve haksız rekabetin tespiti ve önlenmesi konulu davada, ilk derece mahkemesinin ilgili içeriğin marka tecavüzü teşkil edip etmediğinin ayrı bir yargısal değerlendirmeyi gerektirdiği gerekçesiyle davanın reddine dair verdiği kararı bozmuş; içerik sağlayıcı sıfatı bulunmayan yer sağlayıcı kuruluşların tazminat sorumluluğundan bahsedebilmek için imkân sağladıkları içeriğin hukuka aykırı olduğunu bilmeleri gerektiğini, bunun için de hak sahipleri tarafından önceden uyarılmaları ve hak sahiplerinin üstün haklarını yaklaşık ispata yeterli delillerle ortaya koymaları gerektiğini, somut olayda davacının hukuka aykırı içeriği kaldırması için yer sağlayıcıya ihtarda bulunduğu ancak ilgili içeriğin kaldırılmadığı iddiası olduğuna göre, içeriğin marka tecavüzü ve haksız rekabet teşkil edip etmediği hususunda davalının sorumluluğunun belirlenerek bir karar verilmesi gerektiğini değerlendirerek, eksik inceleme ve hatalı gerekçeyle verilen kararı yeniden yargılamaya tabii tutması için ilk derece mahkemesine göndermiştir.
11. Hukuk Dairesi, 03.03.2021 tarihli bir diğer kararında ise, markanın hükümsüzlüğü ve manevi tazminat istemine ilişkin bir davada, dayanak markanın tanınmışlığıyla ilgili olarak dosyaya sunulan delillerin önemli bir bölümünün, hükümsüzlüğü istenen dava konusu markaların koruma tarihinden daha sonraki tarihli olduğunu tespit ederek, koruma tarihinden sonra elde edilen tanınmışlık olgusunun sonraki markaların hükümsüzlüğü için gerekçe olup olamayacağı, ilgili kanun maddesindeki koşulların oluşup oluşmayacağı ve oluşacaksa da ne şekilde oluşacağı değerlendirmesinin eksik yapıldığı gerekçesiyle bozma kararı vermiş ve yeniden yargılama yapılması için dosyayı alt derece mahkemelerine iade etmiştir.
Görüldüğü üzere her iki kararında da Yargıtay, alt derece mahkemelerince gerçekleştirilen yargılamanın hangi yönleriyle hatalı ya da eksik olduğunu yerinde bir şekilde tespit etmiş ve kendisi alt derece mahkemelerinin yerine geçmeden, onların yerine kararı oluşturup onlara dikte etmeden, yalnızca onları doğru şekilde yönlendirerek bozma kararları vermiştir.
Kaynak: Adli İstatistikler 2020, T.C. Adalet Bakanlığı
Bununla birlikte, ilgili yasal düzenlemeler ve sistemin amacı gereği, Yargıtay tarafından yapılacak temyiz incelemesinin hukuka uygunluk incelemesi ile sınırlı olup, davaya konu taraf markalarının benzer olup olmadığının değerlendirilmesi, davaya konu markanın tanınmış olup olmadığının takdir edilmesi, davaya konu markanın kapsadığı mal ve hizmetlerin benzer olup olmadığının değerlendirilmesi gibi teknik hususların, kanunen Yargıtay’a verilen yetkinin ve hukuka uygunluk denetiminin kapsamı dışında kaldığı kanaatindeyiz.
Günümüzdeki üç aşamalı yargı sistemine göre istinafta, hüküm kurmaya yönelik gerekli hukuki imkânlar bölge adliye mahkemelerine sağlandığı için, bölge adliye mahkemeleri davanın esasına ilişkin yeniden bir yargılama yapıp hüküm verebilirken, Yargıtay’daki temyiz aşamasında böyle bir imkânın bulunmadığı düşüncesindeyiz. Nitekim doktrinde de kabul gördüğü üzere temyiz incelemesinde, alt derece mahkemelerinin uyuşmazlık hakkında verdiği kararın sadece hukuka uygunluk denetimi yapılacağı; bizzat alt derece mahkemelerinin yerine geçilerek, onlar adına bir inceleme yapılarak ve ihtisas mahkemelerinin takdir hakkını ortadan kaldırarak bozma kararı verilemeyeceği görüşüne katılmaktayız.
Yargıtay’ın bu çerçevede bir incelemeye girişmesinin, istinaf başvurusu yapılması halinde ilk derece mahkemelerinin kararlarının yerindelik ve hukukilik denetimini yapmaya, maddi vakıaları ve delilleri tekrar inceleyerek yeni bir karar tesis etmeye yetkili olan bölge adliye mahkemelerinin yetki ve görevini ortadan kaldırdığı ya da etkisiz hale getirdiğini değerlendirmekteyiz. Oysa bölge adliye mahkemelerinin kuruluşu ve istinaf kanun yolunun getirilmesinin bir sebep ve sonucu da, Kanun’un gerekçesindeki “Yargıtay’ın içtihat mahkemesi olma niteliğinin korunması, yargılamanın güvenli ve hızla sonuçlandırılması bakımından istinaf kanun yolu incelemesini yapmak üzere bölge adliye mahkemelerinin kurulmasının bir ihtiyaç hâline geldiği görülmektedir.” ifadesinden hareketle, Yargıtay’ın maddi hukuk incelemesini bir kenara bırakarak, hukukilik denetimi yapması ve içtihat birliğini sağlamaya odaklanabilmesidir.
Şayet hukukilik denetimi, işin esasının da incelenmesi olarak algılanacaksa, bir diğer deyişle, Yargıtay tarafından hukukilik denetimi kapsamında vakıalara da odaklanılacaksa ve Yargıtay esasa ilişkin hatalı bir karar verildiği düşüncesindeyse, kanaatimizce bu durumda yapılması gereken, alt derece mahkemelerinin hangi hukuk kuralını ne şekilde yanlış uyguladığını ve aslında ne şekilde uygulaması gerektiğini belli bir ölçüde ortaya koyan ve hâkimin takdir yetkisi ortadan kaldırmayan şekilde bozma kararları verilmesidir. Nitekim yukarıda örnek niteliğinde bahsettiğimiz her iki kararında da Yargıtay, yerleşik içtihatlarına atıfta bulunarak içtihat mahkemesi olma niteliğini vurgulamıştır.
Yargıtay’ın işin esasına da girdiği ve hukukilik incelemesini aşar nitelikte inceleme yaptığı hallerde, önüne gelen uyuşmazlık hakkında dilekçeleri incelemiş, delilleri toplamış, tarafları dinlemiş, tahkikatı yürütmüş, gerekli teknik ve hukuki değerlendirmeyi yapmış ve ihtisası doğrultusunda bir sonuca varmış olan alt derece mahkemelerinin hâkimlerinin, aylar ve hatta belki yıllar boyunca yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme bir anda işlevsiz hale geleceği gibi, üçlü sisteme geçişin temel nedenlerinden olan Yargıtay’ın iş yükünün de aslında amaçlandığı gibi azalmayacağı, aksine artacağı ve Yargıtay’ın içtihat mahkemesi olma niteliğinin yeniden sekteye uğrayacağı düşüncesindeyiz. Ancak son dönemde verilen yerleşik içtihadın doğru şekilde uygulanmasına yönelik yönlendirici kararlar, Yargıtay’ın içtihat mahkemesi olma niteliğini yeniden vurguladığını ve pekiştirdiğini göstermekte olup, bu yönde kararların hukuk sistemimizi daha ileriye taşıyacağını değerlendirmekteyiz.